Eric Vuillard Goncour 2017 Ödülüne Layık Bulundu!

Oya Tronscorff

Eric Vuillard Goncour 2017 ödülüne layık bulundu

Eric Vuillard “L’Ordre Du Jour” (Gündem) ile Goncour 2017 ödülüne layık bulundu

Eric Vuillard, Hitlerin 1938’de iktidara gelmesini ve “Anschluss”u (Avusturya’nın 1938’de Almanya’ya bağlanması) büyüleyici ve ürkütücü bir dille anlattığı “L’Ordre Du Jour” (Gündem) adlı öyküsüyle, 6 Kasım’da, Fransa’nın en prestijli edebiyat ödülüne layık bulundu. Yayımlanmış dokuz kitabı bulunan, iki kısa filmin de yönetmeni olan Eric Vuillard 49 yaşında.

Jüri, dünyanın trajedisini ve korkunçluğa kolayca yönelebilme kabiliyetini ortaya koyan bu kitapla baştan çıkartıldı. L’Ordre Du Jour, bir ideolojinin kalabalıklar ama özellikle de totaliter ve soykırım politikasına hizmet edecek olan fırsatçı ve çıkarcı sanayicilerin, küçük ve büyük sahtekârları tarafından yükselişini anlatıyor. Bütün bunlar Avusturya’nın ünlü “Anschluss”una adanan bu kitabı beslemektedir. Bir roman olmamakla birlikte, L’Ordre Du Jour, jürinin içinde ve dışında birçok tartışmaya neden olan, Fransa’daki en yüksek edebi ödül için seçilen bir öykü.*

Le Monde gazetesinde 6 Kasım’da Raphaëlle Leyris tarafından kaleme alınan eleştiride şu satırlara yer verildi; “L’Ordre du jour, şaşırtıcı gücü sadeliğinden gelen bir kitap. 160 sayfada “en büyük felaketlerin çoğu kez nasıl yavaş adımlarla duyurulduğunu“, Avrupa’nın uçuruma doğru giderken “tarihin iğrenç paçavralarının nasıl yükseldiğini”, iki önemli an üzerinden anlatıyor.”

Eric Vuillard Goncour 2017 ödülüne layık bulunduBirincisi, yirmi dört tane güçlü Alman patronunun (Krupp, Opel, Siemens …) Hermann Göring ve Adolf Hitler tarafından, Nazi Partisinin kampanyalarını finanse etmeye davet edildiği 20 Şubat 1933’teki toplantı. Hitler toplantıdan bir ay önce başbakan olmuştu. “Sermayenin tarihindeki bu eşsiz an, nazilerle inanılmaz bir uzlaşma. Krupps, Opels ve Siemens için iş hayatında oldukça sıradan bir dönemden başka bir şey değil, basit bir fon çıkartma. Rejimden kurtulan bu şirketler ileride bir çok başka partiyi performansları oranında finanse etmeye devam edeceklerdi” diye yazar Vuillard homurdanarak.

Üzerinde en çok durduğu ikinci an, Anschluss; 12 Mart 1938’de gerçekleşmiştir. Gerçekten bir ay öncesinde, 12 Şubat’ta Viyana’da Adolf Hitler, Avusturya Başbakanı Kurt von Schuschnigg ile görüşmüştür” diyor, Vuillard. “Bu karnavalın tarihleri ile tarihteki felaketin tarihleri örtüşüyor”.  

Tarihsel olayların sahnelerinde gizlenmek ve dekorun tam tersini göstermek, gülünçlüğün, aptalca olanın, tesadüfün, can sıkıntısı ve/veya korkaklığın gizliliğini ortaya çıkarmak … Bunlar Vuillard’ın yöntemleri. Unutmaya karşı olan hikayelerini (Conquistadors hariç) genel olarak kısa yazdığını düşünüyor yazar, 2014’teki Uluslararasi Roman Kurultayinda dediği gibi: “Edebiyat, masalları ayıltan masaldır, onun yaldızlarındaki ışık halkalarını temizler, sonra onları kırar. (…) Bugün, öykü belki de masal ile olan bu yavaş kopuşun adlarından biri. Hayal gücü orada çöker, kurmaca, efsaneden arınmış olarak başka bir şey haline gelir.”

“L’Ordre Du Jour” (Gündem), görüntüleri ve efsaneleri sarsan bir öykü, her zaman gevşekliğe ve her dönemde yenik düşmeye karşı yazılmış bir metin, müthiş bir kitap, kısa olmasına rağmen çok okuyucusunu uzaklara taşıyor.

Eric Vuillard Goncour 2017 ödülüne layık bulunduLe Figaro Littéraire’in, Eric Vuillard ile yaptığı 6 Kasım tarihli söyleşiden;

LE FIGARO LITTÉRAIRE: Hikayelerinizi nadiren bahsedilen olaylar üzerinden anlatıyorsunuz. Bu defa hangi bölümün etkisiyle yazdınız?

ERIC VUILLARD: Kişisel olarak ilgimi çeken İkinci Dünya Savaşı hakkında okurken, Blitzkriig’in** temsil ettiği şeyin ve Alman ordusunun modernliğinin gerçeklerle örtüşmediğini düşünmeye başladım.  Kitapta, Anschluss (Avusturya’nın 1938’de Almanya’ya bağlanması) döneminde geçen, bildiğimiz zafer versiyonundan çok farklı olarak bir panzerde meydana gelen müthiş bir arızayı anlatıyorum. Filmlerde, mükemmel tanklar güçlü bir izlenim bırakıyor, ancak Alman ordusu o sırada çoğunlukla ayakta ve at sırtındaydı, motorlu değildi. Bunun propaganda olduğunu biliyoruz, bunlar aslında esas olarak Goebbels tarafından ısmarlanmış görüntülerdi. Bu inanılmaz başarısızlığı anlatarak, bu imgelerin bize yüklediği gücün etkisini bozmaya çalışıyorum.

L.L: Ayrıca Hitler ile Alman sanayicilerinin gizli bir toplantısından ya da Londra’daki Ribbentrop’ın vedalaştığı öğle yemeğinden bahsediyorsunuz. Bu belirli bölümleri nasıl seçtiniz?

E.V: Fotoğrafları, film parçalarını, okuduğum anıları, Nürnberg Davası’nın arşivlerini kullandım. Örneğin, Walter Benjamin’den gelen çarpıcı bir mektup var: Avusturya doğal gaz şirketinin artık faturalarını ödemedikleri için Yahudi müşterilerine hizmet etmeyi reddettiğini söyler. Ancak şirketin Yahudilere hizmet vermeyi reddetmesi, onların intihar ederken gazı tercih etmelerini ve ödenmemiş faturalar bırakmalarını da önlemiş olur. Bu mektubu okurken, yazar kara mizah mı yapıyor yoksa doğruyu mu söylüyor merak ediyoruz. Gerçekte, kuşkusuz ki her ikisi de, olağanüstü bir ironi ile burada gerçeği gösterme biçimidir. Grotesk korkunçluk bir analizden daha iyi yanıt verir. Uzlaşmanın küçük rotalarını takip edebilmek için ortam yaratmaya çalıştım.

L.V: Edebiyat ve tarih, bu iki disiplini daha da yakınlaştıran nedir?

E.V: Edebiyat ve tarih hep akraba evliliği gibidir. İlyada bir şiirdir ama aynı zamanda bir tarih kitabıdır. Les Misérables‘ı okuduğumuzda, sürekli olarak kolektif yaşam bölümleri ile karşılaşıyoruz. Kompozisyon olmadan tarih, anlatı olmadan bilim olmaz. Bilgi bir roman gibi düzenlenir, kurgusal bir yapıya sahiptir. Yazma sanatı, tarz olarak kendisi de bir uzlaşma sanatıdır.

L.L: Tarihi yönleri bir kenara bırakıp en sıradan olaylarla ilgilenmek yeni değil.

E.V: Yirminci yüzyıl boyunca, tarihçiler ve yazarlar halkın hayatına ve acısına belirli bir şekilde yaklaşarak, sıradan insanlarla daha yakından ilgilendiler. Bu demokratik sürece eşlik etti. Buna karşılık sorumlulukları engelledi, günlük hayat, idareciler olmadan kendi başına terk edilmiş gibiydi. Bunu birinci dünya savaşı romanlarında çarpıcı olarak görüyoruz; Giono’da ya da Céline’de: Ortak bir talihsizliğe kapıldık, siperlerdeyiz. Mahalle içlerinde asla pusuya sokulmadık. Neler olduğunu görmezden geliyoruz…

L.L: Nazizm’in Avrupa’daki güç merkezlerinden yükselişini anlatma isteği nereden geliyor?

E.V: Evet, bu aynı zamanda “şeffaflık” terimiyle ima edilen gerçekliğin bir biçimi, kapalı yerlere girebilmenin bir yolu. Arşiv sayesinde, büyük karakterlerin mahremiyetini anlatmak mümkündür, bu aynı zamanda tarihi temizlemeye olanak tanır, daha az heybetli hale getirir.

L.L: Kitabınız özellikle “şu an” ile yankılanıyor. Neden?

E.V: Tarih, günümüze bakmanın başka bir yoludur. Elbette bugün dünya 1930’lu yıllardan kökten farklı, ancak koordinatlar benzer. Otoritenin, ırkçılığın, aynı zamanda güçlü bir finansal hakimiyetin, eşitsizliğin arttığına tanık oluyoruz. Bu kitapla, uzlaşmaların gelişimini, mantıklı sözleri, faşizmi getirmekten sorumlu kişiler arasında geçen pazarlıkları takip etmek istedim.

L.L: Hikayelerinizin buluş tarafı nedir?

E.V: Tam anlamıyla, çok az. Bazı düşünceleri, duyguları karakterlere ödünç verebilirim. Avusturya Başbakanı Schuschnigg ile Hitler’in yaptığı görüşmeyi anlattığımda, Schuschnigg’in “Anılar”ında bahsettiği konuşmaları icat etmedim, ancak onları yeniden yorumladım. Rolüyle aynı fikre sahip değilim, davranışlarında ona harika görünen şey bize gülünç gelebilir, sonuçsuz görünen şey bizim için belirleyici olabilir. Bu, güçlü anlamda bir icat yöntemidir; ve gerçekte hayal gücünü ortaya çıkartmaz.


*RFI’de 6 Kasım’da yayımlanan Siegfried Forster imzalı makaleden
**Blitzkriig: Yıldırım savaşı: II. Dünya Savaşı’nda Almanların savaş doktrinidir. Doktrinin amacı hızlı ve ani saldırılarla, düşmanın düzenli bir savunma kurmasını engelleyip sonra da hızlı bir şekilde yok etmektir.



Renaudot edebiyat ödülünün sahibi «La Disparition De Josef Mengele» adlı eseri ile Olivier Guez oldu!

Eric Vuillard Goncour 2017 ödülüne layık bulunduAynı gün bir başka tören Renaudot ödülü için gerçekleşti. Bu ödül Olivier Guez’e «La Disparition De Josef Mengele» (Josef Mengele’nin kayboluşu) adlı eseri için verildi. Gazeteci ve aynı zamanda bir maceraperest olan yazar, 1949’da Arjantin’e kaçan Latin Amerika’daki eski işkenceci nazi doktorunun, 1979’da Brezilya’daki bir plajda gizemli ölümüne kadar geçen hayatını ve firarını büyük bir hassasiyetle anlatıyor. Bu kitapla yazar aynı zamanda Goncourt’un sekiz finalistinden de biriydi. 

Renaudot‘un jüri üyeleri, Goncourt Ödülü’nde meslektaşları Eric Vuillard’ı taçlandırdıktan hemen sonra Olivier Guez‘e ödül vererek, günümüz Fransız edebiyatındaki bu tarihi açılış töreninde edebiyat ödüllerinin sonbahar ritüelinin dönüşümünü tamamladıklarını fark ettiler.

Romancıların Üçüncü Reich ile olan tek kişilik yüzleşmeleri, iki ayrı jüri tarafından, iki kitabın bütün farklılıklarına rağmen aynı titizlik ve aynı eğilmez sertliği göstermesi kutsandı. La Disparition De Josef Mengele’deki güçlü şahitlikte aynı doğruluğu buluyoruz; kaçışın özenle yeniden yapılandırılması, savaş sonrası, en dehşet verici Nazizm figürlerinden biri:  “Auschwitz’in doktoru” olarak adlandırılan Josef Mengele. Kimseyi tedavi etmeyen ama sürgüne getirilen kişileri ancak kendisinden başka kimsenin tasarlayamayacağı işkence deneyimlerine maruz bırakan doktor.

Eric Vuillard’ın kitabı gibi bu kitapta da Anschluss hakkında olan bir hikayeden çok daha başka bir şey var. Şüphesiz, Goncourt ve Renaudot jürilerinin eşzamanlı olan kararını, özellikle  tarafsız kılan şey de budur. Nefrete karşı edebiyat, sadece tanıkların ve tarihçilerin elinde olan hakka sahip değil, hatta hiç bir hakkı yok.


Kaynak: Le Monde yazarlarından Florent Georgesco’un 6 kasımdaki eleştiri yazısı

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin