Espri Defterinden Tek Nüshalık Mizah Dergisine

Espri Defterinden Tek Nüshalık Mizah Dergisine

İlkokul arkadaşım Orçun’la espri defteri tutardık. 1990-91 civarı olmalı. Küçük ceplerimize sığan küçük not defterlerimiz vardı. Birbirimizle yarışırcasına espriler uydurup alt alta dizerdik onları. Teneffüslerde açıp okurduk. Defterleri birleştirirdik. Ne kadar çok esprimizin olduğuna sevinirdik. Espri birikebilen bir şeydi. Yeri geldiğinde kullanmak için ezberlenebilen. Yeri ve zamanı bir türlü gelmeyen esprilerimiz de vardı. Beklediğimiz bu zamanın gelmesi geciktikçe yersiz yapılan esprilere dönüşürlerdi. Çizimimiz de fena sayılmazdı. Pastel boyadan keçeli kaleme geçmiştik, daha keskin hatlar çizebiliyorduk ve bu bize inanılmaz bir özgürlük sağlamış, yaratıcılığımızı artırmıştı. Çizgili bir mizah dergisi çıkarmak kimin fikriydi hatırlamıyorum. Aslında basit bir nedeni olabilirdi; espri defteri vardı yazılı, resimler vardı yazısız; onları birleştirince ortaya yazılı çizgili mizah dergisi neden çıkmasın. Çıktı da. O yıllarda Doğan Kardeş dergisi alırdık, gazetelerin hafta sonları verdiği çizgi romanlar vardı: Red Kit, Zagor, Tenten. Abi ve ablalarımızın Gırgır dergilerini okurduk; oradan da aklımıza gelmiş olabilir dergi fikri.

Aynı zamanda farklı bir mecrada süren Genç Kalemler adında bir okul gazetemiz vardı. O gazetenin de muhabir ve emekçileriydik. Resim, şiir, yazılarımız gazetede yayınlanırdı. Kara önlük ve beyaz yakamızla millî eğitim müdürü ve valiyle röportaj bile yapmıştık. Valinin ve müdürün adlarını da yüzlerini de hatırlamıyorum; masaları önündeki koltuklarda otururken yüzlerini görememiş bile olabilirdik. Okul gazetesi iyiydi, hoştu da çok renksizdi, ruhu yoktu, ne yapıp etsek de sahiplenemiyor, kendi ruhumuzu gazeteye katamıyorduk. Çıkış noktamız bu da olabilir. Belki de bu gazetenin mizahlı ve çok renkli olanını neden çıkartmıyoruz ki diye düşünmüştük, hem de tamamen kendimiz olanını. Müdürün dergisinde nasılsa yazmayı sürdürürdük. Babaannemin evinde Akbaba dergilerinin iki kalın cildinin elden ele dolaştığını da hatırlıyorum. Siyasi mizah içeriklerini anlamasam da karikatürleri hayranlıkla izlerdim. (Kim bilir nerede o ciltler, birçok değerli anıyla birlikte atılıp satılmış olmalı.) Oradakiler gibi bir şeyler çizmek isterdim, taklit eder, defter sayfalarına kopyalarını çıkarırdım. Akbaba’dan da etkilendiğim açık.

Espri Defterinden Tek Nüshalık Mizah DergisineDergiyi arkadaşımla yarı yarıya hazırlıyorduk. Yani, on iki sayfalık derginin beş sayfasını o çizerdi, beş sayfasını ben çizerdim. Sonra birbirimize gösterip onay alırdık. Bu işi teneffüslerde, okul çıkışlarında bahçede, akşamları evde sürdürdük. Kapak çizimleri ve iç sayfa çizimlerinin seçiminde oldukça çetin tartışmalar yaptığımızı hatırlıyorum. Bazen birbirimizin çizimlerini beğenmez, küserdik. Bu krizler fazla uzamaz, çizmeye devam ederdik. Dergide bizden başka yazar ve çizer çalıştırmamak konusunda anlaşmıştık. Dergi bizimdi, istediğimize iş verirdik, istediğimize vermezdik. Bu çocuk bencilliği, hayranlık duyduğumuz işimizin başarısını kimseyle paylaşmamak isteği, dergiye ne kadar bağlandığımızın göstergesi olsa gerek. Dergide karikatürler ve hepsi de çizimlerle desteklenmiş bilmece bulmaca, şiir, öykü, soğuk espriler, ilginç bilgiler, satranç, ilginç deneyler gibi bölümler vardı. Her sayı ayrıca bir konu seçip ciddi ciddi anlatıyor, çizimlerimiz yanında gazete ve dergi kesiklerini de kullanıyorduk. Değindiğimiz konular elektrikli otomobiller, pasta yapımı, iki yılda 1000 km kat ederek eve dönen kedi ve Woody Woodpecker’di. Fakat esas derdimiz, komik karikatürler çizmekti. Öğretmenimiz Bedriye Aksakal’a gösterdiğimizden esprilerimiz pek bir naifti. Gerçi o zaman ilkokul üç ya da dördüncü sınıftaydık, aklımız ne kadar hinliğe çalışabilirdi ki. Sayfaları oya gibi işlediğimizi, çok emek sarf ettiğimizi hatırlıyorum. Öğretmenimiz bu faaliyetimizi destekliyordu. Onun yönlendirmesiyle derginin adı da “Biz Sevginin Adıyız” olmuştu. (Biz Sevginin Adıyız aynı zamanda ilkokul öğretmenim Bedriye Aksakal’ın 1989 yılında Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü’nü araştırma dalında kazandığı dosyanın adıydı. Sevgi Çiçeklerim dediği biz öğrencilerine yaptırdığı yazı, şiir, resim çalışmalarını derlediği dosyanın ödül macerası, 2009 yılında basılı bir kitaba dönüşmesi, orijinallerinin ne olduğu, ancak başka bir yazının konusu olabilir.)

Genellikle 12 sayfa, renkli, tamamen el yapımı ve tek nüsha olarak hazırladığımız sayfaları sınıf panosuna iğneledik. Arkadaşlarımız, öğretmenler, duyup da diğer sınıflardan gelenler panonun önünde durup dergimizi izlerdi.

Panodan indirince kalınlaşsın diye aralarına boş sayfalar koyup yapışkanla sırt sırta yapıştırırdık yaprakları ve zımbalardık; böylece arkalı önlü ve sağlam bir dergimiz oluşurdu. Bir dergi, tek bir sayı, biricik, eşsiz, benzersiz bir nüsha… Sınıf arkadaşlarımıza ve ev ahalisine okuturduk. Derginin dolaşım hızı kişilerin onu okuma hızıyla doğru orantılı olarak değişiyordu. Dergiyi fotokopi ile çoğaltıp dağıtabilseydik Türkiye’deki ilk fanzinlerden birini de on yaşındayken hazırlamış olacaktık muhtemelen. (Dergi bir prototipti her haliyle) (Bir önceki yazımda 1999 yılındaki fanzin deneyimimizi yazmıştım; şuradan okunabilir: Vesaire Fanzin’in Kısa Hikâyesi) Okulda o yıllarda teksir makinesinin daha yaygın kullanıldığını da sanıyorum. Ama bizi siyah beyaz fotokopi de, ispirto kokulu mor yazılar da mutlu etmezdi. Biz renklerin dünyasında kendimizden geçmiştik.

Espri Defterinden Tek Nüshalık Mizah Dergisineİlk sayının etkisi geçmeden ikinci sayıyı patlattık. Artık deneyimli dergici ve mizahçılar idik. Elimiz daha rahat kayıyordu kâğıt üzerinde, renkleri daha bir özgüvenle kullanıyorduk. Belli başlı bir kitlemiz de oluşmaya başlamıştı. Çok keyif alıyorduk yaptığımız işten. Hazırladığımız sayfaların ve köşelerin yanına Öziş ve Oriş şeklinde kısaltma imzalarımızı atıyorduk (şimdi hatırlayınca dahi ateş basıyor). Bir yandan da büyüyünce Gırgır’da, Leman’da, Çarşaf’ta çizebilir miyiz diye hayal kurardık. Çizimlerimiz hiç fena değildi, esprilerimize çok gülüyorduk, çok da yaramazdık (teneffüsler heyecan fırtınası şeklinde geçerdi.) Erken yaşta başlayan mizah dergisi tutkumuz okur olarak ortaokul ve lisede tavan yapmakla birlikte devam etti. İlerleyen yıllarda Guns N’ Roses, Metallica, Iron Maiden çizimleri yapmaya da başlamıştık doğrusu.

Espri Defterinden Tek Nüshalık Mizah DergisineBurada bir parantez: Geçen yıl ikinci öykü kitabımın çıktığı NotaBene yayınlarından Aydın Demirer’in derlediği Memo Tembelçizer Anlatıyor (Her Şeyi) isimli kitabın aynı yıl çıktığını öğrendiğimde çok heyecanlandım ve birden ışık hızıyla lise yıllarıma gittim, oradan da mizah dergimizi gülümseyerek hatırladım. Lise dönemimiz Âşık Memo ile geçmişti. Kitabı alıp bir gecede okudum. Bir yandan depreşen anılarımın etkisinde, ona karşı bir yakınlık duydum. Aynı yayınevinden kitaplarımızın çıkması bende bir özgüvene neden oldu? Facebook’tan onu buldum ve pek huyum değilken musallat olmaya çalıştım, ben sizi ortaokul, lisede okurdum, şimdi aynı yayınevi olunca merhaba demek istedim gibi bir şeyler yazdım. Birkaç gün bekledim cevap vermedi, artık beklemiyorum, olsun. Cevap verse, Orçun’a hava atacaktım. Kitabı, mizah dergilerini ve karikatürü seven herkese tavsiye ediyorum, Memo Tembelçizer’in samimi anlatımıyla bambaşka bir dünyaya gideceksiniz.

Dördüncü sayıyla final yapıp dergimizi zirvede bıraktık

Hatta o kadar zirvede bırakmıştık ki dördüncü sayının içeriğini hazırlayıp kapağı bir türlü hazır edemediğimizden o sayıyı hiç ortalığa çıkarmamıştık. Her biri tek nüsha ve el yapımı olan dergiler bende duruyor. Geçenlerde Orçun’la bir araya geldiğimizde dergimizi hatırladık. Nüshaların bende, Manisa’da annemle babamın yaşadığı evde olduğunu hatırlayınca Orçun niye onların bende durduğunu sordu. Bir cevabı yoktu bu sorunun, onda olsaydı, neden onda duracaktı ki? Bir dahaki görüşmemize kadar dergileri oradan almamı ve kendisine getirmemi söyledi. O anda kaç yıllık çocukluk arkadaşımı ve dostumu kıramazdım, tamam dedim. Tamam demeseydim sabaha kadar başımın etini yiyecekti. Not da aldırdı üstelik unutmayayım diye. Ama dergileri ona vermeyeceğim. Zırnık koklatmam. Yarı yarıya paylaşırdım ama birinin kapağı yok. Onu kim alacak? Tekini bile verip gerisi bende kalsın desem seri bozulacak, en iyisi hepsini bir arada tutmak. Ona fotoğraflarını çekip gönderebilirim. O kadarını yaparım. Belki bir gün dokundurtabilirim de. Ama zorla almasından korktuğumdan onu da yapmam. Onu küstürmeden bu işi nasıl çözeceğimi henüz bulamadım. Ayrıca espri defteri de bende değil. Büyük ihtimalle onda. Kaybettiyse de bu onun sorunu. Ben espri defterini istiyor muyum? Aslında bir kere daha görmek, okumak iyi olurdu. Defter elindeyse dergilerden birini versem mi? Kafam karışık. (Bu yazının dar kapsamlı bir versiyonunu kendi bloğumda yayınladıktan sonra Orçun’dan haber geldi; espri defterinin de bende olduğunu iddia ediyor. Kesinlikle bende değil, şimdiye çoktan kesekâğıdı olmuştur, hem de kaçıncı kez.)

Espri Defterinden Tek Nüshalık Mizah DergisineDergiler ne zaman elime geçse evirir çevirir, çizdiklerimizi yazdıklarımızı gözlerimle takip edip o zamanki heyecanın izlerini ararım. Hayatımda yaptığım en güzel işlerden biri olduğuna eminim bu derginin. Hep söylenen bir klişe vardır: Bir şeyi yaparken, okurken en çok da, başka dünyalara gitmek. O sayfaları hazırlarken, başka bir dünyaya gittiğime eminim; çünkü şimdi dergileri elime aldığımda başka bir dünyadan gelen masal nesnelerine benzediklerini düşünüyorum.

Neyse sevgili okur, biz o dergileri yapmayı niye bıraktık? Büyüdük de ondan. Daha önemli işlerle uğraşmaya başladık, sınavlara falan hazırlandık, fen bilgisi çok zordu, tarih çok gerilere, taş devrine dek gidiyordu, coğrafya çok genişti –ovalar, çöller, denizler, flüt çalamıyorduk, dua ezberlememiz gerekiyordu, hayat bilgisi buramıza kadar gelmişti. Çizmeyi bırakmayanlar karikatürist oldu, biz de şimdi neysek o olduk. Bırakmasaydık karikatürist olacağımızın garantisi yoktu ama bırakınca hiç şansımız kalmadı. Neyse ki dergiler bende.

Şimdi gidip dergileri Orçun’dan nasıl koruyacağımın planları üzerinde çalışayım.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin