İllüzyondan Yoksun, Bilinçten Yorgun Bir Dâhi: Charles Baudelaire!

İllüzyondan Yoksun Bilinçten Yorgun Bir Dahi Charles Baudelaire
Le Déjeuner sur l’herbe, Edouard Manet, 1863, Musée d'Orsay, Paris, France

Bütün ışıklara karşı geldi 
Yaktığın bu mum.
Neyin nereden nereye geçişiydi
Aktığım o mum?
Bir aydınlık geçit, bir kedi
Sakladığım o kurum.
Zamanın ötesinde bir şimdi
Sakındığım bu durum.

Oruç Aruoba

Hadi gözlerinizi kapatın. Bir dahinin ruhuna ve sözcüklerine doğru yola çıkıyoruz. Yolda bir mumun o ilk anda bir çakımlık etrafı aydınlatan ışığı var. İçeri doğru bükülen, kendi malzemesiyle sürekli uğraşan ve ondan bir bütün oluşturmaya çalışan bir şairin ışığına doğru süzülelim şimdi. Modernist estetiğin ve şiirin öncüsü Charles Baudelaire’in yanındayız. Onunla ilgili “annesine düşkünlüğü, kadınlarla ilişkileri, dünya şiirinin yönünü değiştirdiği” klişelerine elbet bir şekilde dokunacağız çünkü bu klişe bilgiler yaşam yolunda kilometre taşları niteliğinde.

Gözlerimizi açalım şimdi ve bir resme bakalım. Baudelaire’nin yakın arkadaşı Fransız ressam Edouard Manet’nin Kırda Öğle Yemeği resmine odaklanalım. Eser, 19.yy. Fransız burjuvazisi’nin en çarpıcı biçimde eleştirildiği yapıtlardan biri, Resimde çıplak bir kadın iki erkekle kırda otururken piknik esnasında görülüyor. Eser dönem olarak burjuvazinin yükseldiği, kırsal kesime sermayenin geçişiyle dengelerin değiştiği bir döneme denk düşmekte. Resimde mitolojik figürler yerine gerçek zaman ve kişiler kullanılmış. Yani klasik sanattan modern sanat anlatımına geçiş görülüyor. Toplumsal ikiyüzlülüğe inat direkt gözlerinize bakan arsız ve hedonist bir kadın var başrolde.

Bu resmiyle sanat çevrelerinden dışlanır Edouard Manet tıpkı yakın arkadaşı Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri’ndeki bazı şiirlerinin yasaklanması gibi.

Sanata yaklaşırken aynı merceği kullanan iki arkadaşın kadın imgeleri özdeştir. Hatta Baudelaire’in sevgilisi Duval’i, Edouard resmetmiştir. Onların yaşayıp ürettikleri döneme gelince “zaman” kavramı geliyor aklımıza. İçgüdüsel olarak, elimizdeki enstrümanlarla zamanda nasıl bir iz bırakacağımıza odaklanırız. Varoluşu neyle ve nasıl gerçekleştireceğimiz önemlidir.

Zamanın ruhuna mı uyacağız yoksa zamanın perdesine kesikler mi atacağız? Zaman olgusunu şiirlerine öyle kuvvetli yansıtır ki Baudelaire tüm ağırlığı ile geçişini hissedersiniz. O da Baudelaire’in insafsız yargıçlarından biridir:

Anımsa ki zaman hırslı bir kumarbazdır
Hilesiz kazanır her elde.! Budur yasa.
Budur yasa . Gün sönüyor, kabarıyor gece. Anımsa!
Uçurum hep susuz, su saati boşalır.
Çalarsaat – Kötülük Çiçekleri

Kötülük Çiçekleri ve düzyazı şeklinde şiirlerin bulunduğu Paris Sıkıntısı’nda kadın imgeleri ulaşılmaz, arsız, soğuk, yaşlanmış ve geçkin kadınlar; hatta yosmalardır. Burjuvazinin kadına yüklediği güzel, namuslu, güler yüzlü, sevecen sıfatlarının aksine özellikler taşıyan figürlerdir. Yaşlı, zamanın ruhuna dokunmayan kadınlar…

Zamanı tersten okur Baudelaire. Zamanın dışında kalarak verimsizlik peşindedir; “zaman” ve “kadın” donuk ve soğuktur şiire döktüğü dünyasında. Sanki çocukluğunda bir duygu anı donmuş ve o duygu mumya gibi tüm zamanlara taşınmıştır.

Sen tehlikeli kadın, siz kışkırtan havalar!
Sende karlara, sizde kırağılara tapar
Ve çıkarır mıyım böylece amansız kıştan
Ne keskin zevkler demiri de, buzu da aşan?
Kapalı Gök – Kötülük Çiçekleri

İllüzyondan Yoksun Bilinçten Yorgun Bir Dahi Charles BaudelaireAristokrasiye dayanan aile geçmişi olan Baudelaire babasını kaybettikten sonra kanunen yaşı geldiğinde ondan kalan mirası kullanabilme hakkını kazanır ve fütursuzca harcama dönemine girer. Bu harcamalar, girdiği borç batağı ve üstüne bir de frengi hastalığı yaşamında birçok şeyi örseler. Örselendikçe “kötülük”ü inceler, onun doğasını kurar ve planını yapar.

Yaşamın yargıçları bütün gözleriyle Baudelaire’in içine girmiştir ve kendi içinde onu gözlerler. Bilincinde iki koro vardır; biri sıkı sıkıya aristokrasi ve Katolik kurallarına bağlı ve bundan güç alan, diğeri yapay erdemleri sarsmak için kösnüllüğe yapışan iki koro.

Bir flaneur olarak kalabalıkların içinde modern zaman dervişi misali; yaşama ve insanlara kuşbakışı bakar, analiz eder. Bütün bu duygu yoğunluğu ile klasik şiir yapısını kırarak Dünya Edebiyatı’na Kötülük Çiçekleri, Paris Sıkıntısı ve daha birçok başyapıt bırakır. Yaşamında eylemleri ile sahiplenemediği özgürlüğü sözcüklerle sahiplenir.

Dini değerler, sanat, karşı cinsle ilişkiler, kendimizi ifade ediş biçimimiz olan işimiz, temelde bebeklikte bir geçiş nesnesi ile olan ilişkimizde yatar. Bu ilişki örselenmişse bir illüzyon yaratılamaz ya da yaratmakta zorlanırız. İkna edemeyiz kendimizi bir şeylerle “eylemeye”!

İç gerçeklik ve dış gerçeklik arasındaki gerilimi hafifletmektir tüm gayesi büyük şairin. Bu hafifliği ya sanatla ya da dinle sağlarsınız. Faydalı geçişi doğal olarak gerçekleştiren insanlar, zamanı iyi kullananlar ilgi alanı değildir Baudelaire’in. Değişimi ve gelişimi sevmez bu yüzden, Sosyal yapının değişimi karşısında endişeye düşer çünkü onunla ne yapacağını bilemez. Değişimdeki zaman ve mekan olgusu ağır bir sıcak hava gibi daraltır eşi benzeri olmayan bu ruhu. Kişisel olarak Kötülük Çiçekleri’nden daha çok etkilendiğim Paris Sıkıntısı’nda şöyle der:

Daha da ötelere, Baltık’ın en ucuna gidelim; olanak varsa yaşamdan da öteye; kutba yerleşelim. Orada güneş yeryüzünü ancak eğrilemesine sıyırıp geçer, ışıkla gecenin birbirlerini çok ağırdan kovalamaları çeşitliliği siler, tekdüzeliği, yani hiçliğin öbür yarısını çoğaltır. Kuzey şafakları bizi eğlendirmek için zaman zaman Cehennem’in havai fişeklerinin parıltıları gibi pembe demetler yollarken, karanlıkta uzun uzun yanabiliriz orada.

Görüldüğü gibi kutup bölgesi gibi soğuk bölgelerde, zaman dilimleri arasında ani geçişlerin olmadığı, güneşin belli belirsiz göründüğü, Kuzey Işıklarının sadece bir süs nesnesi gibi parıldadığı bir coğrafyada içsel huzura biraz olsun yaklaşabileceğini kaleme alır. Bu içten içe yanan, saati saatine uymayan bir huzursuzun kaynayan bir lavı soğutma çabasıdır.

Baudelaire gerçekliğe tüm karanlığıyla bir delik açar. Bir tahteravallide bilinmeyen bir yükle denge oyununa girer. Yaşamı boyunca bazen yukarıda bazen aşağıda soluk alarak bu dile gelmez ölçüyü korumaya çalışır.

46 yıl süren bu denge oyununun perdesi 31 Ağustos 1867’de kapanır. Edouard Manet’nın Kırda bir Öğle Yemeği’ndeki gibi fantezide büyütülmesi gerekeni gerçekliğe bütün tutkusuyla boca ederek zamana imzasını atar. İki arkadaşı ötekileştiren yargıçlara en iyi direnci -ki bu yargıçlardan güç alırlar- biri fırçasıyla diğeri kalemiyle gösterir.

Bu büyük şairin anısına yine onun kadar büyük bir aydının -Jean Paul Sartre’ın sözleriyle- sahip çıkalım:

Değerler yaratan büyük özgürlük, hiçlik içinden ortaya çıkar.!”


Kaynaklar :
Kötülük Çiçekleri – Charles Baudelaire – İş Bankası Kültür Yayınları
Paris Sıkıntısı – Charles Baudelaire – İş Bankası Kültür Yayınları
Baudelaire – Jean Paul Sartre – İthaki Yayınları
Oyun ve Gerçeklik – D.W. Winnicott – Metis Yayınları

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin