Son yıllarda öykü kitaplarındaki artış, kadın öykücülerimiz ile aynı doğrultuda ilerliyor desek yanılmış olmayız sanırım. Nitekim ufak bir örnek verecek olursak: Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülünü son iki yıldır kadın öykücülerimiz kazandı. Geçtiğimiz günlerde de aynı yarışmada dikkate değer bulunan dosyası ile tanıdığımız Mevsim Yenice, bir ilk kitapla öykü okurlarını selamladı. Kadın yazarların git gide artışta olduğu bir dönemde, belki de öykülerindeki kadın sesiyle dikkat çeken bir isim de Ayşegül Kocabıçak oldu. 17 öyküden oluşan Ben Söylemem Sen Anla kitabıyla Kocabıçak, bir kere daha gürül gürül akan öykü ırmağında karşımıza çıktı.
Odun öyküsüyle başlıyor kitap. Bir kadın anlatıcı karşılıyor bizleri. Henüz ilk öyküde bir kadının anlatısı kulaklarımıza doluyor içli içli. Doğum günü hediyesine hayıflanan bir kadın oluyor bu ses. Kocasından gelen doğum günü hediyesi, Rondo’ya içerlenip sayıklamasını dinliyoruz. Yer yer güldürüye kaçsa da kadın erkek ilişkilerini irdeleyeceğinin sinyalini daha ilk öyküden veriyor yazar.
Michela öyküsü, aslında bir farkındalık öyküsü diyebiliriz sanırım. Öyküye ismini veren kadını, Michela’yı dinliyoruz bu sefer de. Gürcistan’dan çalışmak için Türkiye’ye gelen bir kadın. Hayal ettiği ve planladığı işin tam tersi bir fiyaskoyla karşılaşmasını dinliyoruz kahramanın ağzından. Birçok göçmen kadın gibi onun da ismi Türkiye’ye geldiğinde değişiyor, kulaklara aşina olan bir isim seçiliyor: Nataşa!. Öykü boyunca Michela gerek Türkiye’deki gerekse Gürcistan’da geride bıraktığı yaşamla ilgili bilgiler vermeyi de ihmal etmiyor bizlere. En nihayetinde o, her şeyden önce bir anne.
Frida öyküsü, annenin banyodan gelen öğürme seslerini duyup hareketlenmesiyle başlıyor. Anlatıcımız yine bir kadın. Bu sefer bir önceki öyküde uzakta olan anneye nazaran olayın tam ortasında, kızının yanı başında olan bir anne. Kızının gecenin bir vakti neden rahatsızlandığını düşünüp dururken, olaylar hızla ilerliyor. Anlatıcı annenin telaşlı bir o kadar da sakin kalma arasındaki bocalamasına şahit oluyoruz.
Kibritçi Kız Ya da Noel Baba öyküsünde yazar, sesini biraz daha kısarak, bir kız çocuğu olarak karşımıza çıkıyor. Yılbaşı hazırlıklarından –aslında olmayacağını bildiği- bahsediyor anlatıcımız. Kız çocuğunun bir kutlama için hazırlıkların yapılma aşamasına konuk oluyoruz. Yazarın kutsalı ve değerleri ince ince alaya aldığı bu öyküde bir çocuğun bocalamasına şahit oluyoruz.
Medyum Melisa öyküsü belki de öykülerin içerisinde, anlatının en yüksek sesli olanlarından birisi oluyor. Fal temalı bir öyküye başlıyoruz. Anlatıcımız Medyum Melisa’nın iki farklı sesini dinliyoruz öykü boyunca. İlki: İç sesi. İkincisi: Fal baktırmaya gelen kadın ile konuşması. Öykünün yapısı aslında ilk sesi dinledikçe şekilleniyor. İkinci ses de yer yer güldürüye kaçan Medyum Melisa ciddiyeti karşılıyor bizi. Fal ve fallara inanış bakımından ustaca kurgulanmış bir öykü. Ne de olsa anlatıcımız Melahat’lıktan Melisa’lığa kolay geçmiyor.
Modern Zamanlarda Bir ‘Leyla & Mecnun Hikayesi öyküsünde tam anlamıyla 21.YY öyküsünü okuyoruz desek yanılmış olmayız sanırım. İç monoloğun en iyi örneklerinden biri olan öyküde; kadın anlatıcıyı dinlerken bir yandan da bir erkek imgesi de zihnimizde canlanıyor. Farklı farklı hayatlar yaşamaya çalışan bir türlü ortak yaşamda buluşamayan fakat her ne olursa olsun birbirlerinden vaz geçemeyen Leyla ile Mecnun’un yaşamlarına konuk oluyoruz.
Fakir Tümörü isimli öyküde, şerit değişiyor. Erkek anlatıcıyla karşılaşıyoruz. 3 erkeğin Ankara gece hayatına konuk oluyoruz. Öyküdeki anlatıcı, ve diğer iki kişi sanki kitaptaki öykülerin genelinde yan rollerdeki erkek imgelerinin vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıkıyor. Yazarın Ankara argosuna hakimiyetini kanıtladığı bir öykü olarak da ayrıca dikkat çekiyor bu öykü. Kahramanlığa öykünen üç erkeğin öyküsü ne yazık ki hüzünlü bir havadan çıkamıyor.
Öykülerin bir kısmı bu şekilde ilerlerken, diğer bir yarısı da hemen hemen aynı doğrultuda, kadın temalı bir skalada ilerliyor. Ayşegül Kocabıçak’ın öykülerde yakaladığı anlatı temposunun hiç düşmemesini dil olarak değerlendirecek olursak, önemli bir nokta oluyor. 1. Tekil anlatımın sıklıkla kullanıldığı öykülerde, süslü cümleleri oldukça en alt seviyeye indiren yazar, kısa cümleler kurarak öykü temposunu hiç düşürmüyor. Bu bakımdan yer yer 50 kuşağının kilit ismi Vüs’at O Bener’in dilinde sık sık rastladığımız, kısa cümlelerle kurulu bir dil zincirini anımsar gibi oluyoruz öyküleri okurken. Bir diğer önemli nokta da kurgu seçimi. Günümüzde bazı öykücülerde rastladığımız, farklı anlatılarla aynı kurgularda tekrara düşme durumuna yakalanmadan, yazar kıvrak bir şekilde sıyrılmış görünüyor. Bu bakımdan öykülerin büyük bir çoğunluğunda Kocabıçak, kadın temasını işlemiş olmasına rağmen, her bir öyküde farklı bir kurgu ve farklı bir kadınla karşılıyor okuru.
Ayşegül Kocabıçak, öykülerde bağıran bir kadın olarak değil, olaylar hangi boyutta olursa olsun dingin bir sesle anlatıyor olan bitenleri ve bu tempoyu önümüzdeki zamanlarda karşılaşacağımız öykülerinde koruyacağının sinyalini veriyor ve kulağımıza eğilip usul usul: Ben Söylemem Sen Anla diyerek fısıldıyor.
Furkan Pişgin
– Ben Söylemem Sen Anla, Ayşegül Kocabıçak, Nota Bene Y. 1.baskı.Ekim 2016