“Günlerden bir gün Ay Kağan’ın gözleri parladı. Doğum sancıları arttı. Bir erkek çocuk doğurdu. Bu çocuğun yüzü gök gibi parlak, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri ela, saçları ve kaşları koyu kara idi. Periler gibi güzel, sakin denizler gibi engin ve sessizdi. Bu çocuk öyle yiğit, öyle gözü tok, öyle çabuk büyüyen bir çocuktu ki anasından bir defa süt içti bir daha içmedi. Çok sürmedi kırk gün sonra büyüdü yürüdü ve oynamaya başladı.”[1] diye anlatılır destanın başında Oğuz Kağan’ın doğumu ve sıra dışı bir bebek olduğu.
Eski Yunancada ve Batı dillerinde “epope”, Farsçada “destan” olarak adlandırılan kahramanlık temalı epik anlatılar, Türkçede de bilim adamlarınca “destan” ve “epope” terimleriyle karşılanmaktadır. Bu anlatı türü diğer Türk lehçelerinde “dastan”, “epos”, “cır”, “comok”, “nımah/alıptığ nımah”, “tool maadırlıg tool”, “olongho”, “kay çörçök”, “kay şörçek“ gibi terimlerle isimlendirilmektedir.[2] Farklı lehçelerde farklı şekillerde ifade edilse de destanlar bir milletin eski zamanlarda yaşadığı büyük olayların sözlü kültür ortamında kuşaktan kuşağa aktarılarak edebi bir şekle dönüşmesiyle oluşur. Öcal Oğuz’a göre bir destanın yaratılabilmesi için destanı yaratacak toplumun “destan devri” olarak adlandırabileceğimiz bir dönemde yaşaması gerekir. Bu dönem mitoloji unsurlarının toplum hayatını yönlendirdiği bir dönemdir.[3] UNESCO tarafından da “Somut Olmayan Kültürel Miras“ kapsamında korunması gerektiğine işaret edilen “sözlü kültür“ ürünlerinden biri olan destanlar milletlerin yaşama biçimlerini, gelenek ve göreneklerini, duyuş, düşünüş ve hayatı algılayış şekillerini yansıtmaları bakımından da ayrı bir öneme sahiptir. Türklerin kültür hayatının temelinde Orta Asya bozkırlarındaki göçebelik ve hayvancılığa dayalı hayat tarzının şekillendirdiği düşünce yapısının yer aldığını düşünürsek özellikle İslamiyet öncesi Türk destanlarında mitolojinin Şamanist unsurların ön planda olduğunu görmek mümkündür.
İlkel insanın kutsal ve gerçek olarak kabul ettiği “mitler“ ve bu dönemin meşhur “alp tipi” özellikle Oğuz Kağan Destanı’nda belirgin bir şekilde kendini hissettirmektedir. Mitolojik unsurlar açısından bir şaheser konumunda olan eser tam bir metni olmasa da Oğuz Kağan’ın doğuşu itibariyle epik olguları da beraberinde okuyucuya sunmaktadır. Zira kahramanın doğumunun hemen ardından annesinden bir kere süt içmesi, ardından et, çorba, şarap istemesi, kırkı çıkar çıkmaz yürüyüp oynamaya başlaması onun bağımsız bir ruha sahip oluşunun ilk belirtileri olarak düşünülebilir.
Doğumunun üzerinden bir yıl geçip ad konması gerektiğinde babası Karahan Kağan tarafından düzenlenen toyda kahramanımızın birden konuşmaya başlayarak “Benim adım Oğuz’dur.”[4] diyerek o yaşta bir çocuğun dönemin şartları içerisinde kendine ad vermiş olması olağanüstülüklerine bir yenisinin daha eklendiğini göstermektedir.
“Ayakları öküz ayağı gibi, beli kurt gibi, omuzları samur ağzı gibi; göğsü ayı göğsü gibi genişti. Vücudunun her yeri tüylüydü.”[5] ifadelerinden anlaşılacağı üzere fiziksel özellikleri bakımından da insanüstü özelliklere sahip Oğuz Kağan herkesi hayrete düşürecek, abartılı bir görünüme sahiptir. Bu güçlü yapısıyla, nice yiğitlerin elinde parçalanıp gittiği gergedana benzer canavarla mücadele etmesi ve sonunda onu öldürmesi yiğitliğine yiğitlik katmıştır.
Dışa dönük özelliği ile hayatı sürekli hareket halinde geçen Oğuz Kağan’ın eşlerinden ilkinin gökten süzülen bir ışıktan çıkması ikinci eşinin ise ava gittiği bir sırada göl ortasında duran bir ağaç kovuğundan çıkması Türk destanlarında görülen ışık ve ağaç motifinin en canlı örneklerindendir. Ayrıca ilk eşinden olan üç çocuğuna Gün, Ay, Yıldız; ikinci eşinden olan üç çocuğuna ise Gök, Dağ, Deniz isimlerini vermesi Türk birliğini kurma düşüncesinden hareketle gök ve yerle olan sembolik bütünleşmesinin ifadesi olarak düşünülebilir.
Oğuz Kağan’ın elçileriyle yolladığı bildirilerdeki şu ifadeler hakimiyet duygusunu açıkça ortaya koyar: “Ben Uygurların kağanı olarak yerin dört bucağının kağanı olsam gerekir. Sizlerden bana baş eğmenizi istiyorum. Kim benim sözüme bakıp emirlerimi dinlerse hediyelerimi verip onunla dost olurum. Kim sözlerime bakmazsa gazaba gelir, onu düşman sayar ve üzerine asker salarım. Baskınla öyle başında biterim ki yıldırım çarpmışa döner, benim ne taraftan geldiğimi anlayamaz. Onu ibret için astırır ve yok ederim.”[6]
Mücadelesi uğruna hiçbir şeyden çekinmeyen Oğuz Kağan’ın çadırına düşen ışıktan çıkan gök renginde tüyleri ve yelesi olan büyük bir erkek kurdun “Ey Oğuz! Urum üzerine yürümek niyetindesin. Ben de senin hizmetinde birlikte gelmek istiyorum.”[7] demesi kurdun Oğuz’a yol gösterdiğinin açıkça ifadesidir. Türk destanlarında “yol gösterici“ özelliği ile karşımıza çıkan “kurt motifi“ Oğuz Kağan Destanı’nda birkaç farklı yerde hem Oğuz’la konuşarak hem de ordunun önünde ilerleyip yol göstererek karşımıza çıkmaktadır.
Oğuz Kağan’ın her seferiyle birlikte sınırlarını genişletme çabası ve bunda başarılı olması gücüne güç katmıştır. Nitekim çıktığı seferlerde elçileriyle yolladığı bildirilere de uyarak sözünü dinleyenlere hediyeler verip bünyesine katmış, sözlerine bakmayanları gazaba uğratmış, düşman saymıştır. Günlerden bir gün Oğuz’un yanından hiç ayırmadığı, sözüne güvenilir “aksakallı ihtiyar motifi“ne uygun Uluğ Türk denilen, ona vezirlik yapmış biri rüyasında bir altın yay ile üç gümüş ok görerek Oğuz ‘a:
“Ey Kağanım! Sana hayat ve devlet hoş olsun. Gök Tanrı düşümde ne verdiyse gerçek olsun. Tanrı bütün dünyayı senin nesline versin .”[8] der. Uluğ Türk’ün bu rüyasını savaş sembolü olan “ok ve yay motifi”nin hukuki ve siyasi birlik mesajı olarak yorumlaya Oğuz Kağan oğullarını çağırır ve Gün, Ay, Yıldız’ı doğu tarafına; Gök, Dağ, Deniz’i de batı tarafına gönderir. Babalarının sözlerinden hareketle yola çıkan Gün, Ay ve Yıldız yolda bir altın yay; Gök, Dağ, Deniz ise üç gümüş ok bularak geri dönerler. Artık ihtiyarlamış ve sefer çıkacak hali kalmamış Oğuz Kağan verdiği toyda kırk gün yiyip içtikten sonra sağ tarafına Bozokları, sol tarafına Üçokları oturttu, son olarak şunları söyledi ve Gök Tanrı onu katına çekti:
“Ey Oğullarım! Ben çok yaşadım, çok savaşlar gördüm. Yay ile çok oklar attım. Atla çok yolculuk yaptım. Düşmanlarımı ağlatıp dostlarımı güldürdüm. Sanırım Gök Tanrı’ya borcumu ödedim. Sizlere de yurdumu veriyorum. Bu yurdun kıymetini bilin aranızda birlik olun, düşmana fırsat vermeyin. Yay gibi gergin, ok gibi doğru olmazsanız dostlarınızı çok ağlatırsınız. Size ve ulusuma iki töre bırakıyorum. Birincisi töre konuşunca Han susar. Yani yasalar her şeyin üstündedir. İkincisi ; ilinize (ülkenize, topraklarınıza ), dilinize (Türkçenize), belinize (soyunuza) sahip olun!.“[9]
Başlangıcından Günümüze Türk Destanları
Bilgehan Atsız Gökdağ, Kemal Üçüncü
Akçağ Yayınları
1.Baskı /Ankara 2007
[1]A.g.e sf.48
[2]Oğuz, M. Öcal (Editör) (2004), “ Türk Halk Edebiyatı El Kitabı”, Ankara: Grafiker Yayınları
[3]Oğuz, M. Öcal, Destan Tanımı ve Eski Türk Destanları, Milli Folklor, 2004, Yıl 16, Sayı 62.
[4]A.g.e sf.48
[5]A.g.e sf. 49
[6]A.g.e sf.51, 52
[7]A.g.e sf .52
[8]A.g.e sf. 57
[9]A.g.e sf. 58,59
Fotoğraflar: http://www.nkfu.com/wp-content/uploads/2013/09/oguz-destani.jpg
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/d/other/oguz-kagan-destani.jpg