“Onların asıl kabahati yaşayan dili bırakıp argo gibi konuşmaları oldu. Kendilerine ettiler. Herkesin değil bir kısım insanların kendilerini anlamasını istediler.”
Sait Faik ABASIYANIK
“Yazar olunmaz, yazar doğulur,” klişesi ile başlayacağım klişeleri yıkan dili ile Sait Faik Abasıyanık’ı anlatmaya.
Küçük yaşlarda şiir denemeleri yapan Sait Faik’in henüz Adapazarı’ndayken “Hammal” adındaki şiiri yayımlanır. On altı yaşında Adapazarı’ndan ayrıldığını bildiğimiz Sait Faik için sanat yaşamının erken başladığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Çocukluğu bolluk ve mutluluk içinde geçer Sait Faik’in. Tek çocuk olması onu hem şanslı hem de şanssız kılar. Ailesi her istediğini yerine getirse de oyun oynayabileceği bir çocuğun olmaması onun karakterini etkiler. Çocukluğunun hem yalnızlık hem de kalabalık içinde geçmesi mizacını büyüse bile çocuk kalmaya iter. Nitekim “Yalnızlığın Yarattığı İnsan”, “Beyaz Altın”, “Bohça”, “Sarnıç”, “Davulun Anası” hikâyeleri incelendiğinde Sait Faik’in çocukluk yıllarına tanıklık edebileceğinizi görürüz.
Çocukluk yılları onun dil evrenini oluşturmaya başlar. Henüz lise yıllarında hikâyeleri vücut bulur. İstanbul Erkek Lisesi’nde başlayan lise öğrenimi arkadaşlarıyla Arapça öğretmeninin minderine koydukları iğne nedeniyle Bursa Erkek Lisesi’ne sürgünle devam eder.
“Bursa Lisesinde otuzuncu sınıftaydım, edebiyat hocamız bir vazife yazmamızı istedi. Ben İpekli Mendil isimli bir hikâye yazıp verdim. Ertesi ders, hoca bu hikâyemi bütün sınıfa okuttu. Neden okutuyordu, bir türlü anlamamıştım. Meğerse hikâyemi çok beğenmiş. Sonra beni yanına çağırıp ‘Eğer böyle yazmakta devam edersen iyi hikâye yazabilirsin sen,’ demişti. İşte ilk bu şekilde yazmaya başladım. Hocam bana daima cesaret veriyordu. İkinci olarak Zemberek’i yazdım. Sonra İstanbul’a gelip Edebiyat Fakültesine girdim. Orada rahmetli Kenan Hulûsi’nin verdiği cesaretle hikâye yazmaya devam ettim.”
Lise hayatının ardından Sait Faik yeniden İstanbul’a döner. Dergilerde yer alan şiirlerinden ve hikâyelerinden övgü ile söz edilir.
İlk hikâyelerinde dönemin hikâye anlayışı sezilir. Edebiyatımızda Batı’ya açılma hareketi Tanzimat edebiyatı ile başlasa da asıl ustalaşma Servetifünun Dönemi’nde gerçekleşmiştir. Sait Faik de Halit Ziya Uşaklıgil ile başlayan Maupassant tarzı hikâyeciliği takip etmiştir ilk hikâyelerinde. Ancak daha sonra kendi özgün sesini bulur. Edebiyat çevresinin tercih ettiği Maupassant tarzı hikayecilik yerine Çehov tarzına yönelir.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü de ekonomi eğitimi almak için gittiği İsviçre’deki okulunu da umduklarını bulamayarak bırakır. Fransa’nın Grenoble şehrinde ise ruhuna uygun arkadaşları kısa sürede bulur. İstanbul’a babasının isteği üzerine döndüğünde babası ticaret ile uğraşmasını istese de Sait Faik başarılı olamaz.
“Beni kendilerine çeken insanlar, daha çok hayatta muvaffak olamamışlar, cemiyetle beraber gidememişler, daha doğrusu ne kendileriyle ne cemiyetle uyuşamamışlar ve bir çare-i hâlin mevcut olduğunu inconscilut duymuş insanlardır. Onlarla beraber pek fazla bulunmadım, müşahedelerim falan o kadar kuvvetli şeyler değil. Ama duydum gibi geliyor bana, onları. Bunları yazmayı düşündüm. Düşündüm de denemez hiçbir zaman. Bu nevi düşüncelerimden yazı yazmak arzusu duydum. Zaten onuncu sınıftan beri ufak ufak devam etmiş olan yazı yazmak isteğini…”
Onun için önemli olan tek şey vardır: “yazmak”!
Üstelik bu duygudan kurtulmaya çalışsa da yazmak onun ruhunun tek gıdasıdır.
Sait Faik’in özet mahiyetinde anlattığım çocukluk ve gençlik yılları onun dil anlayışını anlayabilmemiz için sunduğum panoramaydı.
Sait Faik Abasıyanık, Atatürk’ün gerçekleştirdiği dil devriminden yanadır. “Dil devrimini büyük bir şans ve kazanç sayıyorum,” sözleriyle halkın anlayabileceği bir dili arzu ettiği ortadadır. Dil devrimini desteklese de detaylı bir araştırma yaptığımda Sait Faik’in dil sorunlarına değindiği bir yazısı ile karşılaşmadım. Bunun sebeplerini düşünsem de varabildiğim en net sonuç onun dil devrimini söylemleriyle değil, yazdığı hikâyeler ile gerçekleştirdiğidir.
“Semaver” adlı öyküsünden bir bölüm ile örnekleyebiliriz bunu. “Ali nihayet iş bulmuştu. Bir haftadır bir fabrikaya gidiyordu. Anası memnundu. Namazını kılmış, duasını yapmıştı….”
Dil devriminden yana olduğunu kullandığı yeni sözcükler ile desteklemiştir. “Dondurmacının Çırağı” öyküsünde “güzel değilse bile çekici (cazip manasına) bir şeydir” ifadesinde yeni kelime sunmakla kalmamış, eski kelimeyi de parantez içinde belirtmiştir.
Muzaffer Uyguner’in “Sait Faik’in Dil Özellikleri” makalesinde belirlediği kelimelere göre “bilinmedik” (meçhul), “olağan” (alelâde), “gerçek” (hakiki), “teneke mahalle” (gecekondu), “yedek subay” (ihtiyat zabiti) sözcüklerini Şahmerdan’da ilk kez kullanmıştır.
Yeni kelimelerin yanında yöresel sözcükler de hikayelerinin dil anlayışını süsler. Sarnıç hikayesinde kekik yerine kebap otu, el oyalayan yerine oyazalık gibi yöresel sözcükler ve “yakacam” gibi fiil çekimleri yer alır. “Yakacam” gibi fiil çekimlerini Adapazarı’nda geçirdiği çocukluk yıllarında öğrenir.
Atasözleri ve deyimlere de hikayelerinde yer veren Sait Faik kendi özgün üslubu ile de bazı deyimler türetir.
Kendi geçememiş kuyruğuna da kabak bağlamış. (Sarnıç)
Kırk yıl günahlar kırk yıl tövbekâr (Şahmerdan)
Çarşıdan alınmaz, mendile konmaz. (Lüzumsuz Adam)
“Deniz gibi nefes almak”, “mavi mavi tütmek”, “mavi mavi bakmak”, “pıtır pıtır kar yağmak”, “balta olmak”, “yüzüm gözüm hakkı için”, “punduna getirmek”, “şeytan geçmek kız doğmak” da hikayelerinde kullandığı deyimlere örnektir.
Argo sözcükler de Sait Faik’in dil evrenini zenginleştirir. “tıkınmak”, “köftehor”, “hıyar”, “üniformalı”, “dikizlemek” gibi birçok argo sözcük hikayelerinde yer alır.
Bir dönem Fransa’da bulunduğunu söylemiştim. Fransızca kelimeler de hikayelerinde yer alır. Ancak sıklıkla Fransızca kelimelerin Türkçe yazılışını tercih eder. “egoist”, “finiküler”, “monşer”, “giyotin”, “projektör”, “aksesuvar” gibi…
Sait Faik deyince hepimizin aklına Burgazada gelir. Sait Faik, ada yaşamında kullanılan birçok Rumca sözcüğü de hikayelerine yedirmeyi başarır. “kalimera”, “endaksi”, “vre”, “lakerda” gibi birçok örnek sunulabilir.
Sait Faik’in dil evreninden sayısız örnek sunmamız mümkün. O bir dil işçisidir, yazmak onun için temel bir ihtiyaçtır. Bunu yine en güzel kendi ifade etmiştir: “Söz vermiştim kendi kendime. Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”
Kaynakça:
Mehmet Mehdi Ergüzel, Esra Kirik, Sait Faik Abasıyanık’ın Hikayelerinin Söz Varlığı Üzerine
Prof. Dr. Şerif Aktaş, Sait Faik Abasıyanık
Muzaffer Uyguner, Sait Faik’in Dil Özellikleri
Sait Faik Abasıyanık, Semaver
Sait Faik Abasıyanık, Sarnıç
Sait Faik Abasıyanık, Lüzumsuz Adam
Sait Faik Abasıyanık, Şahmerdan
Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar
Sait Faik Abasıyanık, Mahalle Kahvesi