“Söyleyemedim!”
“Neden?”
“…”
Söyleyememiş. Yaşadıklarımızı, beni ayartmak için harcadığı zamanları, nasıl aylarca değil yıllarca peşimden koştuğunu söyleyememiş.
Kimselere belli etmediğim kapkara yalnızlığımın, iğne deliği kadar gün ışığı giren açıklığından içeri sızıp bütün hayatımı alt üst ederek ben’i kendisine buladığını söyleyememiş.
Tek başıma tutunduğum sıradan alışkanlıklarımla –mış gibi yaparak dönüp durduğum sorgulamadığım-sustuğum hayatıma girip ağzıma sıçtığını, kalbime tükürdüğünü, beni kendine en kalın umutlarla bağlayıp, artık kendimin bile tanımadığı bambaşka biri olarak bugünden itibaren ortada bıraktığını söyleyememiş.
Okulun bahçesinden çıkıp sola döndükten sonra otobüs durağına on adım mesafedeki, her akşam mutlaka buluştuğumuz küçük çayhanede söyledi bunları.
İlk kez burada oturduğumuz gün geldi aklıma. Tamamen tesadüf demişti. Hâlbuki özellikle beni bekleyip peşimden geldiğini hissetmiştim. Bilerek çayhaneye girip şuursuzca bir çay içmeye karar vermiştim ki, ergen garsondan önce masamın tepesine dikilmiş, bal rengi masum gözleriyle,
“Oturabilir miyim?”
Nasıl ürkmüştüm!
İçeri girip çıkan öğrencilerin kendi aralarında bizi göstererek gülüşmelerinden, öğretmen arkadaşların bizi fark ettiklerinde soran gözlerini sıradan konuşmalarla saklamaya çalışmalarından nasıl da rahatsız olmuştum. Masum falan değilmiş.
Sonrasında alıştım.
Korkuya, strese alıştım.
Onunla geçirdiğim bir dakika tüm olumsuz duygularımın üstüne çıktı. Ayağının tozundan saçının teline kadar âşık oldum.
“Benim çocuğum bile yok, onunki de isterse tabii ki bizimle kalabilir”lere varan planlarım.
Yedi yıl önce yirmi sekiz yaşındaydım, belki de şimdiye evlenip çoluk çocuğa karışırdım. Şimdi böyle omuzları çökük “Kötü Kadın Müzeyyen” pozunda sigara üstüne sigara yakmaz, sağlıklı beslenir fit kalır, mutlu yaşardım.
Yedi yılımı yedi.
Eş sesli sözcük, yedi…
Sevgi eş sesli mi peki? Aşk?
Sevişirken söylenen “seni çok seviyorum”, “hayatımda tanıdığım en muhteşem kadınsın”, “senden asla vazgeçemem”ler eş sesli mi?
Bu cümlelerin, kelimelerin benim bilmediğim başka anlamları mı var?
Şimdi karşımda oturmuş, elindeki çay kaşığını sürekli bardağın ağzına vurarak, aynı ritimle kulağımı tırmalayan, ömrümün geri kalanını beraber geçireceğimi sandığım bu adam?
…
Her akşam mutlaka yazdığı “iyi geceler” mesajını görmüş karısı.
Onun mesajını!
Zaten şüpheleniyormuş, zaten beni ilk gördüğü günden beri gözü tutmamış, zaten benim ne mal olduğum belliymiş, zaten şişko bir kız kurusuymuşum, zaten ben evli barklı adama musallat olmaya utanmıyor muymuşum?
Zaten ben…
Ve…
Söyleyememiş!
Evet, demiş. Haklısın, demiş. Söz veriyorum bir daha asla ne konuşurum ne selam veririm ne de yazdığı mesajları cevaplarım, boşuna tartışmayalım, seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Bana karşı duyguları olduğunun farkındaydım ama Allah belamı versin ki bende tık yok. Bir iki kez çayhanede karşılaştık. Bir iki de aynı anda nöbetçi olduğumuzda okul bahçesinde hepsi bu! Telefonumu nereden bulmuş, niye yazıyor ben de bilmiyorum. Bu hafta seminerler bitiyor haftaya bir Karadeniz yapalım ne dersin? Ne zamandır istiyordun zaten. Öncesinde de bir güzel alışveriş yaparız. Tatil dönüşünde de Afyon’a annenlere uğrarız, ha? demiş.
Kendi mesajını ben yazmışım gibi yargılayıp asmışlar beni.
Tüm nöbetlerini bana göre ayarlayan o değilmiş. İki üç haftaya bir karısını ve kızını Afyon’a yollayıp yalvar yakar beni evine davet eden, bana gelen o değilmiş, günde otuz beş defa “seni seviyorum, seni düşünüyorum, seni istiyorum” mesajları yazan da o değilmiş, “sen benim ruh eşimsin ya seninle yaşlanırım ya yalnız ölürüm” diyen bile o değilmiş.
“İşte böyle! Benim hikâyem de bu. Senin tanıdığın adam gerçek dünyada yaşamıyor. Şimdi karşında konuşan bu adam ise hiçbir zaman sana layık olmadı. Sadece tüm olan biteni, yüreksizliğimi dürüstçe anlattım sana. Aynur karşımda ağlarken hata yaptığımı anladım. Seninle bir geleceğimiz olamayacağını, kızımı ve onu bırakamayacağımı. Özür dilerim her şey için. Merak etme seni de korudum. Okula falan gelmeyecek. Sadece sana çok kızgın. Haksız da sayılmaz, ihanete uğramak ağır bir yük, unutması zaman alacak. ”
Evliliğini kurtarmış olmanın rahatlığından başka bir şey göremiyorum gözlerinde. Ne bir gram sevgi ne pişmanlık ne aşk!
Mutluymuş gibi oynadıkları evcilik oyunlarına bir akşamcık beni de dâhil etmişler. Birbirlerini ve ilişkilerini yaralamadan, beni ve yedi yıllık aşkımı günah keçisi yapıp, yırtık, eski, eksik, yalan dünyalarına yeni bir yamayla devam etme kararı almışlar.
“Hiçbir şey söylemeyecek misin?”
Ne söyleyeyim. Biriz biz derdi hep, biriz. Bir olduk belki ama biz olamamışız işte. Evli barklı adamları baştan çıkaran kız kurusu olmaktan öte bir etiketim olamamış aslında. Mahkeme kararını vermiş, biz’i ben yapıp, asıp, hiçbir şey olmamış gibi hayatınıza devam edeceksiniz.
Sustuğumu görünce tekrar,
“Lütfen bir şey söyler misin?”
Elinde saçma sapan ritmiyle sallayıp durduğu çay kaşığını hırsla çekip suratına fırlatıp, “Sen hayatımda gördüğüm en yeteneksiz Müzik öğretmenisin ve biliyor musun, bence karın ve sen iğrenç derecede eş seslisiniz.” demeden, sessizce kalkıp onu kaşığıyla baş başa bırakıyorum.