Kemal Özer’in “Ağıt” Şiirine Üç Farklı Yaklaşım!

Kemal Özerin Ağıt Şiirine Üç Farklı Yaklaşım
Fotoğraf: Bir Zamanlar İstanbul, 1920'ler, Üsküdar-Salacak

Kemal Özer’in “Ağıt” Şiirine Üç Farklı Yaklaşım
Yazarın Niyeti – Metnin Niyeti – Okurun Niyeti 

Akşam bir attır bütün ülkelerde
Serin esmer bir attır
Terkisine çocukların bindiği..

Bir edebi metnin yorumu ve özellikle de şiir nev’inin nasıl yorumlanması gerektiği, tartışılan meselelerden olmuştur. Buna bağlı olarak da bir metnin birden fazla şerhiyle, yorumuyla karşılaşmamız mümkündür. Biz de yazımızda Kemal Özer’in “Ağıt” şiirine getirilen üç farklı yoruma yer verip bunları değerlendirmeye çalışacağız. Özer’in söz konusu şiirine, Mehmet Fuat tarafından “Düşünceye Saygı” adlı eserinde değinilmekle birlikte Mehmet Fuat kendi yorumlarının yanında şiirin müellifinin yorumlarına da yer vermiştir.  Bunların yanı sıra Berna Moran da “Edebiyat Kuramları ve Eleştiri” adlı eserinde şiire farklı bir yorum getirmemiş ancak söz konusu şiire getirilen iki yorumu değerlendirmiştir.

Mehmet Fuat ve Kemal Özer’in “Ağıt”a getirdikleri yorumlardan başka bir üçüncüsü de Hilmi Yavuz’unkidir. Yavuz, “Kemal Özer’in ‘Ağıt’ Şiirini Yeniden İnşa Denemesi” başlıklı makalesinde çeşitli kuram ve yaklaşımlardan hareketle şiiri yorumlamaya çalışmıştır. Yorumlara geçmeden önce söz konusu şiire bakacak olursak:

AĞIT

Annem mi bir kadın
Geciken bir kadın gece yatısına
Ölüm kendini göstereli babamın saçlarından
Günübirlik bir kadın
Üsküdar’la İstanbul arasında 

Babamdı sakalıydı babamın
Bir akşam göle batırdı
Çıkmamak üzere bir daha
Hepsi de ekmek kokardı
Sayısı unutulan parmaklarının

Akşam bir attır bütün ülkelerde
Serin esmer bir attır
Terkisine çocukların bindiği[1]

Mehmet Fuat, 1960 yılında yayımladığı Düşünceye Saygı adlı kitabıyla 1961 senesinde Türk Dil Kurumu tarafından Deneme – Eleştiri ödülüne layık görülür. Fuat, bu kitaptaki “Şair – Şiir – Okuyucu” başlıklı yazısında “Ağıt” şiiri için şunları söyler:

“Ben ‘Ağıt’ın getirdiği anlamı şöyle açıklamıştım: Şiiri söyleyen bir çocuk. Birinci beşlikte babasının ölmesi ya da ölüm döşeğine düşmesi üzerine annesinin işe gidip gelmeye başlamasını anlatıyor. Üsküdar’da oturuyorlar; annesi İstanbul’da çalışıyor; geceleri eve geç geliyor; gece yatısına gelen bir konuk gibi; sonra sabah erkenden oğlunu (çocuk erkek), belki de ölüm döşeğindeki babayı (ölmüş değilse) bırakıp işe gidiyor. İkinci beşlikte baba anlatılıyor; ilk üç mısrada ölüşü, son iki mısrada yaşayışı. Baba sakallı, bütün hayatı boyunca bir lokma ekmek için çalışıp didinmiş bir adam. Birinci beşlikteki anne de başörtülü bir kadın olsa gerek. Yoksul bir aile. Son üçlük – nedense – sokakta geçiyor; sokaklarda oynayan bütün dünya çocuklarının, yaşadıkları hayatın zorluklarına kafa tutan neşelerini veriyor. Su gibi akışından mı, yoksa “bindiği” sözcüğünün boşluğa doğru bırakılışından mı, bilmiyorum, umutlu bir üçlük bu. Çizdiği görüntü insanı çok çeşitli duygulara götürebiliyor; açıklamalardan çok yakıştırmalara elverişli.”[2]

Mehmet Fuat şiir hakkındaki yorumlarını dile getirdikten sonra Kemal Özer’le yaptığı yazışmada şairin şiiri hakkındaki değerlendirmelerine yer veriyor. Kemal Özer ise şiiri için şöyle diyor:

“Katılan üç kişi var o şiire. Anne, baba, çocuk. Şiir o yüzden üç bölüm. Baba ölü. Anne ve çocuk ölümün ve ölünün ertesinde. İlk bölüm anneyi çiziyor. ‘Gece yatısı’ ve ‘günübirlik’ sözleri bu çizimin öğelerinden. Baba yeni ölmüş. Anne ölünün arkasından yaşayışındaki değişmeyle yer alıyor o bölümde. Mezarlıkla ev arasında gidip gelen bir kadın. Artık bir misafir gibidir çocuğun gözünde. Sabah çıkıp mezara gitmektedir. Akşam olunca sanki ‘gece yatısına’ gelen bir misafir gibi eve dönmektedir. Üsküdar’la İstanbul evle mezarlığı deyimliyor bir bakıma. ’Günübirlik bir kadın’ sözü de gene annenin misafir gibi görünümüyle ilgili. Mezardakine göre ‘günübirlik’ bir misafir o. İkinci bölümde yalnız ve yalnız babanın nasıl öldüğü çocuğun ağzından anlatılıyor. Üçüncü bölüm ise ilk iki bölümle, bir bakıma ‘kontrast’ yapıyor. Sanki şairin eklediği ve çocuklardan söz açan ilgisiz bir bölüm. Onların akşam olunca evlere dağılışını, babalı babasız fark etmeyen evlere dağılışını deyimliyor.”[3]

Ardından Mehmet Fuat: “Şiirle Kemal Özer’in hayatı arasında bir ilgi olup olmadığını da şu sözlerden çıkarabiliriz” diyerek Kemal Özer’den şu aktarımı yapar:

“Babam ölmedi. Ama ölümü yaşadı. Gözlerimin önünde. Onun ölümüyle gelebilecek duyguları, düşünceleri yaşadım. Evin içi yaslı kaldı bir süre. Annemi de o arada gördüm.”

Kemal Özerin Ağıt Şiirine Üç Farklı Yaklaşım
Kemal Özer

Mehmet Fuat bunları aktardıktan sonra Kemal Özer’le açıklamaları arasındaki ayrılıkların nedenlerini açıklar:

“Kemal Özer İstanbul’da, Aksaray’da oturuyor; ben Çamlıca’da. ‘Üsküdar’ deyince, onun aklına mezarlıklar geliyor, benim aklıma ekmek parası için çalışıp didinen yoksul insanlar gelir. Bana mezarlığı getiren ‘Karacaahmet’ sözcüğüdür. Sonra, Üsküdar’la İstanbul arasında deyince, aile Üsküdar’lı oluyor. Oysa şair İstanbul’da oturan bir aileyi anlatmış. Bir de aramızda gerçekçilik, düşçülük ayrılığı var sanırım. Geçimini sağlamak zorunda olmayan bir kadının çocuğunu her gün böyle yalnız bırakacağını aklım almaz benim. Hele bu işi kocasının mezarına gidip akşama kadar orada oturmak için yapan bir ana düşünemem. Benim gördüğüm, anladığım, sezdiğim, hiç şüphe etmediğim gerçek şu: Kadınlarda çocuk sevgisi, koca sevgisine üstündür.

Görüyorsunuz, bir şiirin anlaşılmasına, açıklanmasına ne ilgisiz şeylerin etkisi oluyor. Sonra, açıklamayı yapanın kendi beğenisine yonttuğu da bir gerçek. Örneğin ben Kemal Özer’in açıklamasındaki duygulara taş çatlasa ısınamam; o duygular açıkça verilseydi sevemezdim o şiiri.”

Mehmet Fuat “Ağıt” şiiri ile ilgili yorumlarını bu şekilde dile getiriyor. Hilmi Yavuz’un “Ağıt” ile ilgili yorumuna geçmeden önce Mehmet Fuat’ın şiir ve eleştiri konusundaki düşüncelerini aktarmakta yarar var. Bu şekilde Fuat’ın “Ağıt” şiiri ile ilgili yaptığı yorumun dayandığı temelleri görebiliriz. Mehmet Fuat “Şair – Şiir – Okuyucu” başlıklı yazısında şiir eleştirisi konusunda şunları dile getirir:

“Şiir eleştirisi yapan kimseler daha çok şiir ile şair üzerinde dururlar. ‘Ne demek istemiş? Ne demiş? Nasıl demiş? Şiirleştirme yöntemlerinden nasıl yararlanmış?’ gibi sorular sorulur. Ele alınan şiir bitmiş olarak görülür, şairin o şiiri bitirme yolundaki çalışmaları araştırılır, incelenir.

Oysa şiir yazılıp bittikten sonra – sanıldığı gibi – ‘bitmiyor’. Şiirle okuyucu arasında da bir takım bağlar kurulması gerek. Okuyucuların bu bağları kurma çabası ise şiire kendi başına yaşama gücü, şairden, yaratıcısından uzaklaşma, kurtulma gücü kazandırıyor.”[4]

Fuat bunları dile getirdikten sonra ünlü İngiliz eleştirmen I. A. Richards’ın şiirin yorumlanması konusunda yaptığı denemelere dikkat çeker. Richards’ın edebiyatçı sayılabilecek bir gruba, yazarı belli olmayan bir şiir verip bunu yorumlamalarını istediğini ve çıkan sonuçta gruptakilerin birbirinden çok farklı yorumlar yaptığını dile getirir Mehmet Fuat. Ancak I. A. Richards’ın bu deneyi yapmasındaki ve deney sonucunda sistemleştirdiği ve bir şiiri yorumlarken yapılan hatalar diye maddeleştirdiği başlıklara değinmez. Richards 1929 yılında yayımladığı Pratical Critism: A Study of Literary Judgement kitabında şiir tahlili yaparken düşülen on hata üzerinde durulur ve eleştirmenlerin bunlara dikkat etmesi gerektiğini savunur. Ancak Mehmet Fuat sadece Richards’ın yaptığı deney sonucunda bir şiirle ilgili çok farklı yorumların ortaya çıktığına değinir.

Mehmet Fuat’ın eleştiri konusunda dile getirdiği başka düşüncelerini de 1983 yılında Doğan Hızlan’ın kendisiyle yaptığı röportajda görmekteyiz. Hızlan, bir dönem Mehmet Fuat’ın açmayı düşündüğü eleştiri kurslarının neden açılamadığı sorusunu yöneltir. Fuat da şunları dile getirir:

“Bildiğiniz gibi iki türlü eleştiri yapılabiliyor. Biri bizde yaygın olan, ünlü ustalar yetiştirmiş bulunan ‘deneme’ türü çerçevesindeki eleştiri. Bir deneme yazarı, konusunu doğadan, insandan, yaşamdan değil de sanat yapıtlarından seçiyor, bir sanat yapıtı üzerine izlenimlerini, düşüncelerini söylüyor, değerlendirmeler yapıyor. Buna öznel eleştiri diyoruz. Deneme yazarı, kendisi öne çıktığı için… Bir de belli yöntemler kullanan, çeşitli bilimlerden yararlanan eleştiri var. Buna da nesnel eleştiri diyoruz. Ya da bilimsel eleştiri… Eleştirmen elden geldiğince kendini arkaya çektiği, bulgularına dayanarak konuştuğu için… Birbirinden büsbütün kopuk değil bu iki eleştiri türü, ama aralarında çok önemli ayrımlar bulunmakta…”[5]

Doğan Hızlan, yaptığı röportajın ilerleyen kısımlarında Nurullah Ataç’ın yaptığı eleştiriler konusunda Mehmet Fuat’a ne düşündüğünü sorar. Burada da Mehmet Fuat’ın eleştiri konusundaki düşüncelerini görmekteyiz. Fuat, Ataç’ın öznel eleştiri konusunda güzel örnekler verdiğini söyler ve ardından bilimsel eleştiri öznel eleştiriden daha iyidir gibi bir görüşünün olmadığını, birinin diğerine engel olamayacağını da dile getirir. Eleştiride başarının yönteme bağlı olmadığını da ayrıca ifade eder.[6]

Mehmet Fuat’ın bu görüşlerinden hareketle “Ağıt” şiirine getirdiği yorumun temelinde, okura önemli bir rol tanıyan okur merkezli eleştiri yönteminin olduğunu dile getirmek gerekir. Bu yöntemde, eserdeki boşlukların doldurulmasıyla öykü, roman ya da şiirin anlamı tamamlanır. Nitekim Mehmet Fuat da “Ağıt’’taki boşluklardan faydalanarak, okur merkezli bir yöntemle şiirin anlamını tamamlamaya çalışmıştır.

Şiirin üçüncü yorumu da Hilmi Yavuz’a aittir. Yavuz “Kemal Özer’in ‘Ağıt’ Şiirini Yeniden İnşa Denemesi” başlıklı yazısında “Ağıt” şiirine Kemal Özer ve Mehmet Fuat’ın getirdiği yorumları değerlendirdikten sonra yeni bir yaklaşımla şiire kendi yorumunu getirir. Mehmet Fuat’ın yorumuna yer verdikten sonra Hilmi Yavuz şöyle der:

“Mehmet Fuat, yorumunun sonunda “Ağıt” için, her ne kadar ‘açıklamalardan çok yakıştırmalara elverişli’ diyerek, yorumunun, olsa olsa, bir ‘yakıştırma’ olabileceğini ima ediyorsa da, ‘yakıştırma’nın da metnin kendisince destelenmesi gerekir.”[7] der. Ardından Umberto Eco’nun dile getirdiği ‘okurun niyeti’ (intentio lectoris), ‘metnin niyeti’ (intentio operis), ‘yazarın niyeti’ (intentio autoris) kavramlarına değinir. Kemal Özer’in yorumu için de: “ Şairin kendisinin, Kemal Özer’in söylediklerine gelince, onun yorumunun da Mehmet Fuat’ınki gibi, tastamam bir yakıştırma’dan öteye gitmediğini öne süreceğim… Yazarın kendi metni karşısında herhangi bir okurdan nitelik olarak farklı olmadığı konusunda Berna Moran’a katılıyorum.[8] Olsa olsa, yazar bir primus inter pares’tir (eşitler arasında birinci); o kadar! Bu yüzden ‘yazarın niyetine’ ayrıcalıklı bir statü tanımak şöyle dursun, onu ‘okurun niyeti’ olarak okumakta hiçbir sakınca yoktur. Nitekim Kemal Özer’in yorumunda da, ‘metnin niyeti’ni ortaya çıkaracak bir kanıt bulunmuyor. Onun yorumu da tıpkı Mehmet Fuat’ınki gibi, metnin yüzeyinde kalıyor ve (Eco’dan yola çıkarak söylersem) ‘metnin niyeti’, metnin yüzeyince sergilenmediği için, bir ‘tahmin’den öteye gitmediğini öne süreceğim.”[9]

Hilmi Yavuz her iki yorum hakkındaki değerlendirmelerini dile getirdikten sonra şiire Umberto Eco’nun ‘metnin niyeti’ dediği yolla yaklaşılması gerektiğini dile getirir ve “Ağıt” şiirine yeni bir yorum getirmeye çalışır. Eco’nun ‘metnin niyeti’ olarak adlandırdığı ve Michael Riffaterre’in önerdiği kuramsal bir kavram olan matris’in aynı şey olduğundan bahsederek “Ağıt” şiirine yeni bir yaklaşım sergiler: “Ağıt’ın Riftarre’nin kullandığı anlamda ‘matris’ini bulup çıkarmak, Umberto Eco’nun ‘metnin niyeti’ni (intentio operis) ortaya koymak anlamına geliyor. Bu nedenle, metnin yüzeyinde verilmemiş olan matrisi, ‘anne’ modeli üzerinden (‘anne’, ‘baba’yı, ‘baba’ da ‘çocuk’u türetir) keşfetmeye çalışalım. (Kuşkusuz ‘baba’ modeli üzerinden de gidilebilir. Çünkü ‘baba’ da ‘anne’yi ve ‘çocuk’u türetir. Ama ‘baba’ yoktur ve o nedenle de ‘model’ var olan ‘anne’ olmalıdır.)

Kemal Özerin Ağıt Şiirine Üç Farklı Yaklaşım[Anne, Baba, Çocuk] Riffaterre’ye göre, bir betimleme öbeği oluşturur. ‘Betimleme öbeği’, Dil’de konvansiyonel olarak bir arada bulunan sözcük grubudur. [‘Üsküdar, İstanbul], {‘Gün(übirlik), Akşam, Gece’} de öyle! Onlar da birer ‘betimleme öbeği’… Bu son iki örneğin, konvansiyonel olarak ‘tamamlanmış’ öbekler olduğunu öne sürmek olanaklı değildir. Öte yandan, örneğin ‘baba’nın gövde olarak betimlenmesinde, sadece ‘saç’, ‘sakal’ ve ‘parmaklar’dan söz ediliyor olması, gövdenin ‘eksik’ betimlendiğini bildirir bize. Ama daha da önemlisi, bu ‘Eksiklik’in şiirin son dizesinde açık seçik dile getirilmiş olmasıdır: Çocuklar, (‘akşam’ metaforuyla belirtilen) atın terkisine binmişlerdir. Pekiyi de onlar terkide iseler, at’ın eyerinde (ya da eyer üzerinde) oturan kimdir? Binicisi yok mudur atın? Ya biri vardır, ama açığa vurulmamış, gizlenmiştir; ya da hiç kimse yoktur eyerin üzerinde! Her iki durumda da bir ‘Eksiklik’ söz konusudur.

Öyleyse şunu öne sürebiliriz: ‘Ağıt’ şiirinin matrisi, ‘tamamlanmış’ bir betimleme öbeği (anne, baba, çocuk) ile birden çok ‘tamamlanmamış’ betimleme öbeği arasındaki çelişkide temelleniyor. Bu matris, ‘Eksiklik’tir (Riffaterre, ‘matris’in genellikle bir sözcük ya da kısa bir tümce olabileceğini söyler). Metnin niyeti ise, bu ‘Eksiklik’i bildirmektedir. Kısaca ‘Ağıt’ şiirinde Dünya, bir ‘Eksiklik’ ya da ‘Eksik – Oluş’ olarak verilmiştir.”[10]

Hilmi Yavuz Umberto Eco’nun ‘metnin niyeti’ dediği yaklaşımla ve Michael Riffaterre’nin ‘matris’ olarak adlandırdığı kavramlar yoluyla şiire yeni bir yorum getirmiş ve şiirin temelinde bir eksikliğin olduğunu dile getirmiştir. Yavuz bunları dile getirdikten sonra Lacan’ın İmgesel (imaginaire), Simgesel (Symbolique) ve Gerçek (Reel) olarak adlandırdığı dönemlere değinir. Bunların ne anlama geldiği konusuna pek açıklık getirmez:

“Eksiklik, çocuğun ego’sunun (benlik’inin) oluşumu sürecinde belirleyici bir kavram oluşu bakımından da, ‘Ağıt’ şiirinin temellendirilmesinde kullanılabilir. Lacan’ın, imgesel (‘Imaginaire’), Simgesel (‘Symbolique’) ve Gerçek’i (‘Reel’) irdelerken, Öteki’nin ‘Ego’yu inşa edişine ilişkin olarak söylediklerini anımsamalı burada: İmgesel ‘Öteki’, çocuğun ilk kez kendini özdeşleştirdiği Anne’dir; Sembolik ‘Öteki’ ise, bilinçdışını örgütleyen Dil’in temsilcisi olan Baba! Gerçek ‘Öteki’yse, Lacan’a göre temsil edilemez. Dolayısıyla Lacan için Kimlik (‘Indentite’), Öteki’ler dolayımında inşa edilen bir süreçtir.”[11]

Hilmi Yavuz bunları dile getirdikten sonra söz konusu şiir için şunları ifade eder: “ ‘Ağıt’ Lacan’ın deyişiyle Baba’nın Adı’nın olmadığı bir metin. Dolayısıyla Eksiklik, Simgesel düzeni inşa eden Baba’nın yokluğunu imliyor. Çocuğun, Simgesel düzende bilinçdışını kuran Dil’in ve Yasa’nın temsilinden (Baba’dan) yoksun oluşu, şiirin son üç dizesinde, bu yoksunluğun ya da Eksiklik’in neden olduğu bir Haz’la, Özgürleşme’nin hazzıyla dile geliyor. At’ın, Riffaterre’nin deyişiyle ‘geçmişteki semiyotik pratik’ ya da geleneksel metaforik çağrışımlar bağlamında, özgürlükle olan ilişkisi düşünülmeli burada. At’ın binicisi yoktur. Çocuklar, binicisi olmayan atın terkisinde de sürebileceklerdir hayvanı. Deyiş yerindeyse, dizginler artık çocukların elindedir! Çocuk, kimliğini bir yokluğun ya da Eksiklik’in gizlenip açığa vurulmamasından, ‘Öteki’ olan Baba’dan almaktadır. Açığa vurulamama, bilinçdışı’nı örgütleyen Dil’in müdahalesi üzerinedir.”[12]

Sonuç

1990 yılında ABD’de gerçekleştirilen Tanner Konferansları’nı sunmak üzere Umberto Eco da çağrılır. Eco burada sunacağı konu olarak “Yorum ve Aşırı Yorum”u ele alır. Bu konferanslarda Umberto Eco’nun sunduğu bildiriler ile ona karşılık veren akademisyenlerin, araştırmacıların söylemleri daha sonra “Yorum ve Aşırı Yorum” olarak kitaplaştırılmış ve Kemal Atakay tarafından da Türkçeye tercümesi yapılmıştır. Eco, Tanner Konferans’ında sunduğu “Yorum ve Tarih” başlıklı konuşmasında: “… Yorumun (göstergenin temel özelliği olarak), potansiyel olarak sınırsız olması, yorumun bir amacının bulunmadığı ve kendi başına buyruk ‘akıp gittiği’ anlamına gelmez.”[13] der ve konuşmasının devamında da “… Belli bir yorumun kötü bir yorum olduğunu söylemenin olanaklı olduğu en azından bir durumun var olduğunu kanıtlıyor. Popper’in bilimsel araştırma kuramı açısından da bu, yorumun ortak ölçütlerinin olmadığı varsayımını çürütmeye (en azında istatiksel olarak konuştuğumuzda) yeterlidir.”[14] der. Daha sonra Hilmi Yavuz’un da ‘Ağıt’ şiirini yorumlarken değindiği yazarın niyeti, okurun niyeti ve metnin niyeti kavramlarından söz eder.

Kemal Özer’in ‘Ağıt’ şiiri üzerine yapılan üç farklı yorumu, Umberto Eco’nun dillendirdiği bu kavramlar üzerine oturtacak olursak; Mehmet Fuat’ın şerhi için ‘okurun niyeti’, Kemal Özerin’ki için ‘yazarın niyeti’ veya ‘okurun niyeti’, Hilmi Yavuz’un değerlendirmesi içinse ‘metnin niyeti’ ile yaklaşma diyebiliriz.

Mehmet Fuat’ın şiir hakkındaki değerlendirmelerine baktığımızda şiirin son üçlüğü için dile getirdiği “… açıklamalardan çok yakıştırmalara elverişli” düşüncesini bilerek veya bilmeyerek şiirin diğer bölümlerine de yansıttığını görmekteyiz. Şiirde geçen kişilerin Üsküdar’da oturmaları, annenin İstanbul’da çalışıyor ve eve geç geliyor olması; annenin başörtülü olması, yoksul bir aile olmaları da bir yakıştırma olarak değerlendirilebilir. Zira şiirde bunları çıkarmamıza olanak sağlayacak bir durum söz konusu değildir. Ne annenin başörtülü olduğuna dair bir söylem ne de çalışıyor olmasına ve ailenin yoksul olmasına.

Şiirin müellifinin, Kemal Özer’in yorumuna baktığımızda ise onun yaklaşımının da kendi metni karşısında sıradan bir okurun bakışından farklı değildir. Onun değerlendirmeleri de tıpkı Mehmet Fuat’ın gibi bir yakıştırma olarak tanımlanabilir. Ama Berna Moran’ın da değindiği gibi “Yorumun metne dayanması şarttır; metnin desteklemediği bir yorum kabul ettiremez kendini.”[15] Özer’in şiirinde anlatmak istediğinin kocasının mezarına günübirlik giden bir kadın olduğu yorumunu çıkarsamamızı sağlayacak bir söylem yoktur metinde.

Hilmi Yavuz’un değerlendirmesine baktığımızda ise, Eco’nun tabir ettiği üzere ‘metnin niyeti’yle yaklaştığı için bilimsel, nesnel bir eleştiridir. Ancak bu demek değildir ki tek ve gerçek doğru Hilmi Yavuz’un getirdiği yorumdur. Bundan farklı başka bir yorumun getirilebileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.

Sonuç olarak sıradan bir edebi metin okuyucusuyla bu işin ilmini yapan kişilerin metne yaklaşımının farklı olması beklenir. Şiiri veya herhangi bir edebi metni sevdiği ve keyif aldığı için okuyan birinin akademik ölçütlerle, Umberto Eco’nun dile getirdiği kavramlarla veya Lacan’ın kişinin bilinçaltını etkilediğini söylediği bazı kritik dönemleri göz önünde bulundurarak yaklaşması beklenemez. Bu şekilde bir okuma beklenseydi kuşkusuz sıradan şiir okuyucusunun bu denli çok olması belki de beklenemezdi. Ancak bu işle akademik anlamda ilgilenenlerin belli bir sistem içerisinde yaklaşması ve yaptığı yorumları somut bir gerçeğe dayandırması gerektiği kanaatindeyiz.


Kaynakça:
Mehmet Fuat, Düşünceye Saygı, de Yayınları, İstanbul, 1960
Hilmi Yavuz, Edebiyat ve Sanat Üzerine Yazılar, YKY Yayınları, İstanbul, 2008
Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009
Kemal Özer, Gül Yordamı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1959
Umberto Eco, Yorum ve Aşırı Yorum, Çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul, 2008
Mehmet Fuat, İki Yönlü Yozlaşma, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1994
Mehmet Fuat, Düşünceye Saygı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1994


[1] Kemal Özer, Gül Yordamı, Yeditepe Yayınları, İst. 1959, s. 23
[2] Mehmet Fuat, Düşünceye Saygı, de Yayınları, İst. 1960, s. 64
[3] Fuat, a.g.e., s. 65
[4] Mehmet Fuat, Düşünceye Saygı, Yapı Kredi Yay., İst. 1994, s. 38
[5] Mehmet Fuat, İki Yönlü Yozlaşma, Yapı Kredi Yay., İst. Ekim 1994, s. 225
[6] Fuat, a.g.e., s. 227
[7] Hilmi Yavuz, Edebiyat ve Sanat Üzerine Yazılar, YKY Yayınları, İst. 2008, s. 290
[8] Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İst. 2009, s. 139
[9] Hilmi Yavuz, Edebiyat ve Sanat Üzerine Yazılar, YKY Yayınları, İst. 2008, s. 291
[10] Yavuz, a.g.e., s. 293 – 294
[11] Hilmi Yavuz, Edebiyat ve Sanat Üzerine Yazılar, YKY Yayınları, İst. 2008, s. 294
[12] Yavuz, a.g.e., s. 295
[13] Umberto Eco, Yorum ve Aşırı Yorum, Çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, İst. 2008, s. 37
[14] Eco, a.g.e., s. 38
[15] Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İst. 2009, s. 140

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin