Bir İlk Roman Olarak Soğuk ve Temiz’in Postmodernist Düzlemde Natüralist İnceleme Denemesi
Başka zaman, başka yer, başka gökyüzü bulamayanlara…
Bu cümle Melike Uzun’un bu güne kadar yazdığı tek ithaf cümlesi.Yazar ne 2014 yılında İletişim Yayınlarından çıkan ve birçoğumuzun kendisini tanımamızı sağlayan Kürar adlı öykü kitabında, ne de 2017 Haziran ayında yine aynı yayınevinden çıkan Soğuk ve Temiz adlı romanında ithaf cümlesine yer veriyor.
Yazar ilk kitabından sonra çıkardığı hiçbir kitabına bir ithaf cümlesi koymuyor belki -çünkü zaten tüm kitapları ilk kitabında ithaf ettiklerine ithaf edilecek, yeniden ve yeniden…- fakat okuyanı sarsacak bir alıntı koymaktan da geri durmuyor Soğuk ve Temiz’de:
“Onlar ilkin başımı kesip kerevetin üstüne koydular. Sonra kemik sırasına göre bedenimi parçalara ayırdılar. Kesip aldıkları her et parçasını dokuz kazık üstüne gerdiler. … Sonra hepsi bir araya gelip etlerimi yemeye başladılar.”
Metrane’nin vecd halinde söylediği bu sözler nasıl okuyanı sarsıyor ise; baştan sona okuyucuyu sarsacak anlatılarla dolu roman üç bölümden oluşuyor. Ancak her bölüm kendi içinde başlıklardan ve her başlık da kendi içinde alt başlıklardan meydana geliyor. Bu yönüyle bütünlük yerine gerek bireyler ve kişilikleri açısından, gerekse olaylar açısından parçalanmışlıkların öne çıktığı postmodernizmin belirgin izlerini taşıyor.

İlk bölümden üçüncü bölümün sonuna kadar öğreneceklerimiz aslında roman kahramanı Defne’nin tarihi. Arka kapakta ve tanıtım bülteninde Soğuk ve Temiz için “yokluğun, merhametsizliğin ve hesaplaşmanın romanı” ifadeleri kullanılmış. Tüm bu yoklukları, merhametsizlikleri ve hesaplaşmaları sosyal bir dışlanmışlığın içinde yaşayan Defne’nin hayatı üzerinden okuyoruz. Üstelik yazar bize gerçeğin daha çok çirkin yönlerini ele alarak kahramanının hikayesini anlatıyor. Sanki Emile Zola ve diğer tüm bilimi edebiyata uygulayan natüralist yazarlar gibi Melike Uzun da; toplumsal yaraların sebeplerini araştırıyor ve bundan dolayı da kokuşmuşlukların, insanların sefaletlerinin, çılgınlıklarının bulunduğu yerin dibine kadar inmek istiyor.
Dünya edebiyatında natüralist edebiyat akımının öncülerinden Emile Zola “Meyhane” kitabında öyle bir kusma sahnesi anlatır ki, adeta okurken sizin de kusasınız gelir. Soğuk ve Temiz’in 11. sayfasında da benzer bir üslupla Melike Uzun bize bir sivilce sıkma sahnesini şöyle anlatıyor: “Alnındakilerden birini, mercimek büyüklüğünde olanı işaret parmakları arasına aldı, tırnak uçlarını dipten yukarı doğru bastırdı. Kremsi, koyu irin yüzeye çıkıp tümseğin üzerinde bir yılan gibi çöreklendi.” Yine yazar diğer natüralist eserlerde olduğu gibi dili kendi biyolojisi içerisinde kullanarak sade, doğal ve çarpıcı bir üslupla çıkıyor karşımıza. Kahramanlarını sosyal sınıflarına uygun bir dille konuşturuyor; küfür ve argo ifadeleri olduğu gibi değiştirmeden veriyor. Örneğin sayfa 23’te İlyas’ın kavga ettiği balıkçıyı anlattığı bölümü, İlyas’ın ağzından bize şöyle aktarıyor: “…Tuttum yakasından sikerim seni, dedim, sen benim kim olduğumu biliyor musun? Titremeye başladı, benzi sarardı o halde laf söylemekten geri durmadı, Asi babanın malı değil, dedi. Asi de babamın malı bu kıyı da amına koduğum dedim.”
Melike Uzun gerçekleri olduğu gibi anlatırken kanıtlanamaz sıfatlardan da uzak duruyor. Anlattığı kişiler, durumlar için iyi-kötü, güzel-çirkin gibi önadlara yer vermemeye özen gösteriyor. Anlatıyor. Anlatırken okuyucuyu rahatsız edici hatta yer yer onu darmadağın eden bir yol tutturuyor zaman zaman: ”Defne elini beline koydu, belinden yavaşça cebine doğru kaydırırken oğlanın gözlerine bakıyordu. Sana bir şey getirdim İlyas, deyip tatlı tatlı gülümsedi. Hayvanı cebinden çıkardı, oğlana uzattı, yılan yolunu bilirmiş gibi havalanıp İlyas’ın boynuna dolandı. İlyas’ın çipil gözlerinin açılıp kızardığını görünce içi rahat, okula koştu.” Yılanın İlyas’ın boynuna dolanacağı yolu bilmesi gibi, yazarın cümleleri de okuyucuda rahatsız edici hisleri uyandıracağı yolu çok iyi biliyor. Yazar bunu çok doğal, çok sakin ve gerilimi yavaş yavaş arttırarak yapıyor. Toplumsal ikiyüzlülükleri günlük hayatın o kadar içinden ve sıradan örneklerle veriyor ki insanı sadece ve sadece sosyo-kültürel ve biyolojik bir varlıktan öte olmayan bir canlı olarak ele aldığını gözümüze sokarcasına gösteriyor. Olayları olduğu gibi aktarırken ahkam kesmiyor, yargıç edasıyla bize çıkarmamız gereken dersleri açık açık sunmuyor. Fakat baştan sonra rahatsız ediyor Melike Uzun okuyucuyu. Ara ara çaresiz bırakıyor, ara ara bir psikolojik gerilim filmi izletiyor. Yine baştan sona etlerini tek tek çekip koparıyor kemiklerinden. Ara ara midesini bulandırıyor, havaya bir kusmuk kokusu yayıyor. Nasıl ediyor, niye ediyor, ne zaman ediyor, ama ne yapıp ediyor ve insanı ciddi ciddi kitapta kaldığı yere parmağını koyup, kapağını kapatarak okuduklarını sindirmeye zorluyor. Sonra kendine gelip tekrar ve ivedilikle devam etmeye.
Melike Uzun yılan ve kurbağaları metafor olarak kullandığı üç bölümden oluşan, dış gerçekliği toplumsal ikiyüzlülüklerin olduğu Soğuk ve Temiz adlı romanında Defne’nin tarihini anlatıyor.
Birinci bölümde; onlar ilkin Defne’nin başını kesip kerevetin üstüne koyuyorlar.
İkinci bölümde; kemik sırasına göre bedenini parçalara ayırıp, kesip aldıkları her et parçasını dokuz kazık üstüne getiriyorlar.
Üçüncü bölümde; hepsi bir araya gelip etlerini yemeye başlıyorlar.
Görsel: Ayahuasca Shamanism in the Amazon and Beyond (Oxford Ritual Studies)