alakarga’dan
Arthur Schnitzler – Casanova’nın Eve Dönüşü
Alman edebiyatının önemli isimlerinden Arthur Schnitzler’in Casanova’sını hepiniz tanıyorsunuz: Kendinden emin, kibirli, zengin, çapkın ve bir o kadar da duygusal. Hayatının elli üçüncü yılında ise zenginliğini kaybetmiş ve artık yorgun bir şekilde çıkıyor karşımıza. Kendine uydurulan efsanesine çok da yaraşmayan bir halde, vatan hasretiyle baba ocağına, Venedik’e dönmeye karar veriyor. Casanova’nın evi, insanları onu nasıl karşılayacak? Casanova yılların yorgunluğunu atıp aradığı huzuru bulabilecek mi yoksa herkesin bildiği Casanova olmaya devam mı edecek? Casanova’nın Eve Dönüşü insan ilişkilerine, aşka ve kadınlara, paranın gücüne dair akılda kalıcı bir hikâye.
Erich Segal – Aşk Hikâyesi
Harvardlı zengin sporcu Oliver ile müzik öğrencisi Jennifer’ın, neredeyse ortak hiçbir yanları olmamasına rağmen yaşadıkları, her şeyi göze aldıkları bir aşkın hikâyesi. Erich Segal’in kaleme aldığı, yayımlandığı günden bu yana milyonlar satan, film uyarlaması da bulunan Aşk Hikâyesi, Filiz Çakır’ın çevirisiyle yeniden okurla buluşuyor. Bir çağdaş dünya klasiği olan bu kitabı okuduğunuzda hafızanızdan silinmeyecek bir aşka şahitlik edecek, etkisinden kolay kolay sıyrılamayacaksınız.
Mark Twain – Gizemli Yabancı
Üç sıkı arkadaş; Nikolaus, Seppi ve Theodor’un hayatları karşılarına çıkan bir yabancıyla büyük bir değişime uğrar. Meleklerin soyundan geldiğini söyleyen Şeytan, insanların düşüncelerini okuyarak onların tüm istediklerini yerine getirmekle kalmaz; erkek çocukları için adeta bir cennet olan Eseldorf insanlarının da hayatında köklü değişimlere sebep olur. Mark Twain, Gizemli Yabancı’da, Şeytan’la insanların ilişkisi üzerinden erdem, iyilik-kötülük kavramlarını tartışıyor, insan ırkının neler yapabileceğini, ne kadar ileri gidebileceğini düşünmemize olanak sağlıyor.
Borges Sekseninde: Sohbetler
“Borges at Eighty: Conversations”
“Ne de olsa kalabalık bir yanılsamadır. Kalabalık diye bir şey yoktur.
Ben sizinle teke tek konuşuyorum’’
Nereye gittiği ve amacı belli olmayan karakterler, sonları belirsiz olaylar, yarım kalmış teşebbüsler, kurucusu belli olmayan dinler, karabasanlar, labirentler, aynalar. Son derece tadında bırakılmış hikayeler ve siz. Kitabın evrenindesiniz ve yazar size bu muhteşem dünyanın bir parçası olma imkanını sunuyor.
Kimden mi bahsediyoruz? Raflarında sadece kendi kitaplarını bulundurmayan adam Jorge Luis Borges! Ve şimdi de onun, kendi dünyasına girme zamanı.
Onlarca yılın en usta sanatçılarından, yazar Jorge Luis Borges’in seksenli yaşlarında yaptığı sohbetlerini ve söyleşilerini içeren Willis Barnstone editörlüğünde hazırlanmış ’Borges at Eighty: Conversations’ kitabı Celal Üster çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıktı.
Borges’in sanat, edebiyat, insan, müzik, yaşam ve ölüme dair birçok konuda özgün fikirlerini derleyen bu sohbetler bize Borges evreninin kapılarını açıyor. Bir yazar nasıl düşünür, etrafını nasıl dinler, nasıl hayal eder neleri düşler.
“Seksen yaşında olduğumun kuşkusuz farkındayım. Her an ölebileceğimi umuyorum ama yaşamayı sürdürmekten, hayal kurmak benim işim olduğuna göre hayal kurmayı sürdürmekten başka ne gelir elimden? Durmadan hayal kurmalıyım, sonra da o hayaller sözcüklere dönüşmeli, ben de o sözcüklerle boğuşmalı, onlarla elimden gelenin en iyisini ya da en kötüsünü ortaya koymalıyım.”
Borges’i yakından, çok yakından tanımak isteyen herkesi sanki onunla diz dizeymiş gibi bir sohbete davet eden kitap aynı zamanda onun mütevazı kişiliğini de gözler önüne seriyor.
Derlemenin içinde geçen pasajlardan biri ise Borges kimdir sorusunun anahtarlarından biri gibi sanki.
“Julio Cortázar hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı veriyor usta;
Cortázar’ı hatırlıyorum. Otuz yıl kadar önce küçük ve nerdeyse gizli bir derginin yayın yönetmenliğini yapıyordum; Cortázar bana bir öykü getirdi ve öykü hakkındaki düşüncemi öğrenmek istedi. Ben de, “On gün sonra gel,” dedim. Daha bir hafta olmamıştı ki geldi. Ona öykünün basılacağını, kız kardeşimin de illüstrasyonlarını yapmakta olduğunu söyledim. “Casa Tomada”, “Ele Geçirilen Ev” adlı o öykü çok güzel bir öyküydü ama başka bir şey okumadım Cortázar’dan. Bir daha da görmedim onu. Bir kere Paris’te karşılaştık, bana dergiye gelişini hatırlattı, hepsi bu. Bakın, ben yaşlı ve körüm, çağdaşlarımı okumuyorum. Ama o güzel öyküyü ve kız kardeşimin yaptığı illüstrasyonları hatırlıyorum. Cortázar’ın Buenos Aires’te ilk kez bir öyküsü yayımlanıyordu. Ben onun ilk yayıncısıydım.
Küçük Muharrir-Behçet Necatigil
Kitaplar seslenir, yüksekten, mağrur:
– Gel bize, kurtul, gel!
Behçet Necatigil
Edebiyatımızda “Evler Şairi” olarak bilinir Behçet Necatigil evlerini bir kurtuluş, çare olarak görenlerin hislerini anlatır şiirlerinde. Çevresini, gördüklerini ve yaşadıklarını, orta halli insanın dünyasını kendi üslubuyla birleştirerek ulaştırır biz okurlarına. Sadece şairliğiyle değil çevirdiği kitaplardan da tanırız onu. Sâdık Hidâyet, Knut Hamsun, Thomas Mann, Zweig ve daha birçok yazarın kitaplarını Türk edebiyatına kazandırmıştır.
Peki nasıl oldu da başladı şairliğe, nerede yazdı ilk yazılarını? Nasıl oldu da edebiyat onun için bir yaşam yolculuğu haline geldi?
Yapı Kredi Yayınları etiketiyle yayımlanan “Küçük Muharrir” kitabı bir şairin, edebiyat ve kitap sevdalısının çıktığı bu yolculuğu gözler önüne seriyor. Behçet Necatigil henüz ortaokul sıralarındayken kendi gazetesini çıkarır. Kendi elleriyle kopyaladığı bu gazeteye “Küçük Muharrir” adını verir ve yazdıklarını akrabaları ve arkadaşlarıyla bu gazete aracılığıyla paylaşır. Aynı zamanlarda Akşam gazetesinin “Çocuk Dünyası” bölümüne şiirler, fıkralar, kısa hikâyeler gönderir Küçük Muharrir takma adıyla. İşte çocukluk ve gençlik yaşlarında başlayan edebiyat sevdasına sayfa sayfa tanık olabilir okuyucu bu kitapla.
Bir şairin Kastamonu’da ilkokuldan başlayarak İstanbul Kabataş Lisesi’ne kadar uzanan süreçte yazdıkları, hevesleri ve gelecekte adını duyuracağı günlere ışık tutmak için okuyucuya sunulan bir fener gibi sizlerle buluşmayı bekliyor.
William Golding’in Deniz Üçlemesi Tamamlandı: ‘Aşağıdaki Yangın’ Raflarda!
Sel Yayıncılık tarafından yayına hazırlanan Nobel Ödüllü yazar William Golding’in Deniz Üçlemesi’nin son kitabı olan “Aşağıdaki Yangın” Banu Tellioğlu Altuğ çevirisiyle ağustos ayı itibarıyla okurla buluşturuldu. Yazara Booker Ödülü’nü kazandıran, serinin ilk kitabı “Geçiş Ayinleri” haziran ayında, ikinci kitap “Yan Yana” ise temmuz ayında raflarda yerini almıştı.
19. yüzyıl İngiltere’sinde yaşayan her kesimden insanın, adeta toplum yapısının bir prototipini oluşturacak şekilde bir araya geldiği bir gemi yaratan Golding, üçlemede demokrasi, özgürlük, kolonileşme, din, ahlak, bürokrasideki yozlaşma, aristokrasi, milliyetçilik gibi kavramları tartışıyor. Bununla birlikte yazar dönemin entelektüellerinin edebiyat ve bilime yaklaşımlarına da değiniyor.
Üç kitap boyunca vaftiz babasının torpiliyle resmi bir göreve yerleştirilen Edmund Talbot karakterinin İngiliz sosyal ve sınıfsal yapısına has özelliklerin, güvertenin tümüne ve kamaralara sızdırıldığı bir klostrofobik gemiyle çıktığı macerasına tanık oluyoruz.
Üçlemenin ilk kitabında insanın karanlık yönleri kutsalı parodileştiren harika bir kurguyla işleniyor. İkinci kitap ise sizleri düşmanlığın, ölüm korkusunun, deliliğin ve aşkın sardığı gizemli ve sarsıcı bir deneyime davet ediyor. Son kitap ise belki de tarihin en uzun deniz yolculuklarından birinin nasıl sona erdiğini anlatıyor okuyucuya ve aynı zamanda Golding’in kıvrak zekasıyla birlikte derinlikli bir mizahla toplum eleştirisi yapıyor.
Melih Cevdet Anday’ın Tüm Yazıları Bir Arada: ‘Suçumuz Edebiyat’ Çıktı!
-Çık benim şair tabiatım, çık orta yere-
Büyük Garip şairi Melih Cevdet Anday’ın 1939-1996 yılları arasında çoğu gazetede yayımlanmış tüm denemeleri, tek bir kitap halinde Everest Yayınları’ndan çıktı!
Daha evvel yine Melih Cevdet üzerine çalışmış ve derlemeler yapmış Dr. Yalçın Armağan tarafından hazırlanan kitap Anday’ın bir kısmı dergilerde kalmış, bir kısmı farklı deneme kitaplarına dağılmış edebiyat hakkındaki tüm yazılarını bir araya getiriyor. Böylece şairin edebiyata dair tüm fikirlerini tek elden bulabileceğimiz muhteşem bir kaynak ortaya çıkmış oluyor.
Kitap adeta Melih Cevdet’in edebiyat güncesi gibi. Döneminin sanat tartışmalarını, olaylarını, yazarlarını ve kitaplarını anlattığı tüm yazılar Anday’ın kendine özgü bakış açısıyla kaleme aldığı denemelerden oluşuyor. Anday, bu yazılarda edebiyatı estetik perspektiften ele almanın yanı sıra estetiğin toplumsal zeminini de tartışıyor.
Çoğunluğu gazetelerde yayımlanan bu yazılar köşe yazısı dediğimiz türün epey dışında kalıyor ve epeyce geniş bir yaklaşımla edebiyat kuramından güncel edebiyata kadar birçok soruya cevap arıyor.
Türk edebiyatının en popüler tartışma konularından olan ‘Bizim klasiklerimiz var mı?’ ya da ‘Biz düzyazı geleneği kurabildik mi?’ gibi sorularla birlikte şair; edebiyat-toplum, sanatçı-eser, eleştiri dili gibi birçok konuyu irdeliyor. Böylece Melih Cevdet bizi hem kendi hem de döneminin edebiyat dünyasına davet ediyor.
En Mavi Göz
“Irkçılık” ne can acıtıcı bir kelime! Tek bir kelimenin içinde ne çok gözyaşı ne çok acı sığmış durumda.
Bu insanlık ayıbı durum, sanatın her dalına da malzeme olarak bir anlamda farkındalık yaratılmaya çalışılıyor.
Toni Morrison da 1970 yılında yazdığı “En Mavi Göz” ile acımasız ve amansız bir dünya ile karşılaşan siyahi bir kızın öyküsüne misafir ediyor bizi.
Nobel ve Pulitzer Ödülü’nün sahibi Toni Morrison, kitabında İkinci Dünya Savaşı dönemlerinde ırkçılığa bağlı olarak insanların yarattığı duygularla siyahi bir kız çocuğu Pecola’nın herkes tarafından aşağılanmasına tanıklık etmemizi sağlıyor.
Bu acımasız durumun bireysel ve toplumsal açıdan travmalarını gözlemeyebileceğiniz eser “ırk ayrımı”nın en çarpıcı örneklerinden biri olma özelliği gösteriyor.
Can Yayınları tarafından 1993 yılında Türkçeye kazandırılan eser şimdi de Zeynep Baransel’in çevirisi ve Sel Yayınları etiketiyle yeniden okurlarıyla buluşuyor.
Alberto Manguel – Merak
“Coğrafyamın haritası okumalarımdır. Tecrübe, hafıza, arzu onu renklendirir ve biçimlendirir ama kitaplarım onu tanımlar.”
Alberto Manguel
2009 yılından bu yana Kalem Kültür Derneği tarafından gerçekleştirilen Tanpınar Edebiyat Festivali kapsamında Alberto Manguel’e dair çok hoş bir proje duymuştuk. Festival kapsamında “Alberto Manguel ile Beş Şehir” projesi tasarlandı. Manguel; Tanpınar’ın kitabında yer alan İstanbul, Ankara, Erzurum, Konya ve Bursa’ya giderek Tanpınar’ın ardından bu beş şehre tanıklık edecek ve bu şehir üzerine üstat Tanpınar gibi bir metin, belki bir kitap yazacaktı. Nitekim Türk edebiyatının deneme ustası Tanpınar’ın ardından bu şehre dair izlenimlerini Manguel de hayata geçirerek 2016 yılında “Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir” kitabında bizlerle paylaştı.
Bu kitap, Manguel’in sadece bir çalışmasıydı. Çevirmenlik, editörlük ve yazarlık kariyerinde birçok kitabı okuyucuları ile buluştu.
2017 yılının Temmuz ayı sonlarında ise okuyucuları yeni bir kitap ile selamladı Manguel.
Dante’nin ölümsüz eseri İlahi Komedya’nın ışığında “Merak” kavramının peşinden gitmek ister misiniz? “Merak” kavramının kendisini merak ederken yazar, on yedi bölümde on yedi soruya cevap arıyor: “Dil nedir?”, “Hakikat nedir?”, “Hayvan nedir?” …
Bu soruların cevabını ararken de edebiyatın uğrak noktalarından kitaplara başvuruyor. Okuyucu, bir kitap okurken birçok kitabın sayfalarına misafir oluyor, bir yolculuğa tanıklık ediyor.
“Merak” duygunuzu gidermeye hazır mısınız?
Kitaptan:
“Evrende dağınık olanın
onun derinliğindeki sevgiyle
bir araya geldiğini gördüm tek ciltte”
“Dante’nin vizyonu, muazzamlığına rağmen (ya da bu yüzden) onun o cildi anlaşılır kelimelere tercüme etmesine mani olur; kitabı görür ama okuyamaz. Kitapları toplayarak Dante’nin bu hareketini tekrar ederiz, fakat hiçbir insan tek başına evreni bütünüyle tercüme edemeyeceği için arayışımız niyetin sonuçtan daha önemli olduğu Ulikses’in arayışına benzer. Başarılarımızın her biri yeni şüphelere yol açar ve bizi yeni arayışlara kışkırtır, bizi sonsuza dek bir sorgulama ve canlılık haline mahkûm eder. İşte merakın özündeki paradoks budur.”
Mtsenskli Lady Macbeth
Tolstoy, Dostoyevski, Çehov gibi Rus edebiyatının önemli yazarlarıyla aynı dönemde yaşayan ve ülkemizde bu yazarlara nazaran daha az tanınan Nikolai Leskov’un “Mtsenskli Lady Macbeth” ve “Şeytan Kovma” isimli öyküleri, içinde bulunduğumuz Ağustos ayı itibarıyla “Mtsenskli Lady Macbeth” adı altında tek bir kitapla okuyucuyla buluşuyor. Uğur Büke tarafından Rusça aslından çevrilen öyküler, Dedalus Kitap aracılığıyla raflardaki yerini aldı.
Opera ve filme uyarlanan öykü ( Mtsenskli Lady Macbeth) 19. yüzyılda genç yaşında toprak karşılığında kendisinden yaşlı bir adamla evlenmek zorunda bırakılan Katherine’in ( Lady Macbeth) hayatını konu alıyor. Evliliği bir tür köle hayatı sürmesine neden olan Katherine’in günleri kocasından şefkat görmeden geçiyor. Ruhsal dünyasındaki sıkıntıları kocası ve kayınbabasının evden uzaklaştığı vakitte yaşadığı deneyimler ve bunun sonunca değişen ruhsal dünyasıyla başka bir hal alıyor. Onu gittikçe acımasız bir kadına dönüştüren bu olaylara ve acımasızlığın ona yaptırdıklarına bizler de sayfaları çevirerek şahit oluyoruz.
Akıcı dili ve sade üslubuyla yazdığı öykülerinde 19.yüzyılın ekonomik ve sosyal sorunlarına işaret eden ve onları gözlerimizin önüne seren Leskov’la tanışmak belki de Rus klasiklerine de farklı bir gözle bakmanızı sağlayacak. Şimdiden iyi okumalar!
Babam Beni Şahdamarımdan Öptü!
Ozan Önen’in, 17 yaşındayken haftalık mizah dergisi LeMan’da yayımlanan bir yazısıyla başlayan yolculuğu, 2004 yılında ilk öyküsünün KülÖykü’de ve ilk yazısının Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmasıyla devam etti.
Felsefe bölümü mezunu olduğu Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde kurduğu ODTÜ Genç Yazarlar Topluluğu’na üç yıl başkanlık etti. Öykü, deneme, anlatı, hiciv, mizah yazısı, röportaj, gezi-seyahat ve köşe yazısı gibi pek çok türde yazdığı yazılar birçok dergi ve gazetede yayımlandı. L-Manyak dergisinden sonra ismine en çok Penguen dergisindeki yazılarıyla aşina olduğumuz Ozan Önen, aylık edebiyat dergisi OT’ta da yazmaya devam etmekte.
Kimisini Penguen dergisinden bildiğimiz, kimisini henüz okumadığımız yazılarının derlemesinden oluşan kitabı Babam Beni Şahdamarımdan Öptü, Ağustos ayı itibariyle kitabevlerinin raflarında okurlarıyla buluşacak.
Destek Yayınları’ndan çıkan kitap 91 yazıdan oluşuyor.
“…ben şuna inanırım: Bazı kelimelerin sonu hayattır. Hayatta insanın gereksinimini duyduğu cümleler, döner dolaşır; o insanı mutlaka bir şekilde bulur. Umarım ki bu kitap da, buradaki cümlelere ihtiyacı olan herkesi bir gün aniden bulur…” sözleriyle dileğini dile getiren Ozan Özen, zaman zaman lirik ve mitolojik örgülerle bezediği deneme ve öyküleriyle fark edilen genç bir yazar ve ilk kitabının arka kapağından şöyle seslenmekte:
“Tekneleri ve yıldızları memleketi olarak görenler, ıssız yerlerde kendisi için evren olanlar, beklentisiz ve vaatsiz sevenler, yargılamadan-yadırgamadan dinleyenler, “Seni Seviyorum”a karşılık “Ben de seni” demek istemeyip alternatif “Ben de seni”ler üretenler…
Islak iskele kokusunu sevmeler,
Bir şeyler,
Bir şeyler…”
Adalet Ağaoğlu’ndan “Sessiz Bir Adam”
Ölmeye Yatmak, Fikrimin İnce Gülü, Bir Düğün Gecesi, Ruh Üşümesi, Romantik Bir Viyana Yazı kitaplarının ve daha nicesinin yazarı, Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatımızın önemli kadın yazarlarından Adalet Ağaoğlu’ndan yeni kitap!
Everest Yayınları etiketiyle okuyucu ile buluşan “Sessiz Bir Adam”, yazarın toplumcu gerçekçi anlayışını bir kez daha ustalıkla buluşturduğu ve bunu bir eleştiri olarak sunduğu bir roman özelliği taşımaktadır.
İlk romanlarını lise yıllarında yazmaya başlayan Ağaoğlu, bugün sahip olduğu roman anlayışından farklı olarak ilk romanlarında aşk temasına ağırlık vermiştir. Üstelik ilk romanlarında Şükufe Nihal Başar, Kerime Nadir, Peride Celal gibi ilk kadın romancılarımızın izini sürmek mümkündür.
Basılı ilk yazıları ise beklenenin aksine tiyatro eleştirileri üzerinedir. 1946 yılında Ulus gazetesinde ilk tiyatro eleştiri yazıları çıkmıştır. Kısa bir süre sonra ise Kaynak dergisinde şiirleri okuyucu ile buluşmuştur.
İlk romanının basıldığı 1973’e kadar oyunlar çevirmiş, tiyatro eleştirileri yazmış, sahnelenmesi için oyunlar yazmıştır. Kısacası yazı ve yazın en büyük uğraşı olmuştur her daim.
İlk romanı “Ölmeye Yatmak” ile roman anlayışını ortaya koymuştur. Bireyin içsel hesaplaşmaları, iç dünyası ile dış dünyası çatışan karakterlerin analizi eserlerinin ortak noktası olmuştur. Toplumu çok yönlü sunan ve iç monolog gibi birçok teknikle toplum-birey ilişkisini ele alan yazar, eserlerinde Türkiye’nin birçok dönemine değinmiştir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren toplumumuzun geçirdiği değişimleri adeta bir panorama olarak sunan yazar, şimdi de “Sessiz Bir Adam” romanı ile okuyucuyu yeni bir döneme tanıklık etmeye davet ediyor.
Tanıtım bülteninde de değinildiği gibi: Herkesin bildiği ama hiç kimsenin izlemediği, şimdiye dek ne yayımlanmış ne sahnelenmiş olan Sessiz Bir Adam, Everest Keşif sayesinde okurun karşısına çıkıyor.
Adalet Ağaoğlu’nun usta kalemi ile bir kez daha buluşma vakti!